1967 – ELBİSTAN OLAYLARI
Maraş katliamı yıl dönümü yaklaşırken, bu katliamı gelen süreçte özellikle Elbistan bölgesi merkezli yapılan, Kızılbaş Kürt katliamlarını ve katliam girişimlerini ele alacağızımız yazı dizisinin ilkini sizlere paylaşıyorum.
Dört bölümden oluşacak yazı dizisi için ilk olarak 1967 yılında gerçekleşen Elbistan olaylarını, bu sürece gelene dek Elbistan’da yaşanan katliam ve sistemin Elbistan üzerinden Kızılbaşlara ve Kürtlere karşı duruşunu inceleyelim.
Elbistan tarihten günümüz kadar Kızılbaşlar için önemli merkezlerden biri olmayı halen sürdürüyor. Dolaysıyla Kızılbaşların felsefesi o coğrafyanın toprakların iliklerine kadar işlemiş olduğu gerçeğini göz ardı etmek mümkün değildir.
Fakat sistem Kızılbaşları bu coğrafyadan söküp atmak için yüzyıllardır bir çaba içeresinde.
Osmanlı Döneminde Kalender Şah isyanı gibi büyük bir direnişe ev sahipliği yapan Elbistan’daki Kızılbaşlar defalarca kırıma uğratılmış ve oradaki varlıkları sistemin rahatsızlık sebebi olmuş. Bilindiği üzere Osmanlı Devletinin Yavuz Sultan Selim ile doruk noktalara taşınan Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise kurumsallaşan Kızılbaş düşmanlığı Elbistan’a yapılan saldırıların nedenini ortaya çıkarıyor. Elbistan’nın ise Kızılbaş Kürt Aleviler için o dönemden itibaren bir merkez özeliği taşıdıysa başka bir bilenen gerçek.
Ama günümüze değin Elbistan’a baskılarla, katliamlarla saldıran sistem bir şeyi göz ardı ediyor. Elbistan gücünü Kantarma köyünden, Kantarma ise gücünü Nurhak dağlarından almakta. Elbistan Kızılbaşların yüz yıllardır süren direnişinin yegane kaynağı budur.
Kızılbaşlar bir çok yerde olduğu Elbistan’da dağlara ve ücra köşelere yerleşmişler. Buna sebep olan ise yukarıda bahsettiğim gibi sistemin geliştirdiği politikaların şehirlerde ve merkezi konumlarda Kızılbaşlara nefes barındırmalarıydı. Kızılbaşlar ise bu duruma kendilere göre bir çözüm bularak, doğaya teslim olarak çözmüşlerdir.
Aslında bu doğaya teslim olma kısmı Kızılbaşların yaşam politikalarında önemli bir yer kapsıyor. Doğayı kutsal gören bu inanç sistemi yine kendine güven ve sığınak noktası olarak orayı seçiyor. İşte bu sebeptendir ki sistem Kızılbaşları Elbistan’dan söküp atamadı.
Elbistan katliam girişimiyle karşı-karşıya kalmış olan bir şehir değil, aslında bir coğrafyanın adıdır. Bu coğrafya uzun yıllar boyunca Alevilerin direniş sınağı olmuş ve buradan doğru bir merkez yaratılmıştır.
Osmanlının son günlerinde ve aynı zaman Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yıllara denk gelen zamanlarda Kızılbaşlara yönelik baskılar ve katliamlar hız kesmeden devam ediyordu. Osmanlı’nın son Cumhuriyetin ise ilk Kızılbaş katliamı olan Koçgiri’de tam olarak bu döneme denk geliyordu. Ne yazık ki Cumhuriyet döneminde Koçgiri Katliamının üzerinden çok zaman geçmeden 1937-1938 yılları arasında Dersim’de binlerce kişiye çocuk, kadın demeden kıyıldı ve sürgün edildi. Bu yapılanlar Cumhuriyetinde Osmanlı Kızılbaş politikasını sürdüğünü ortaya çıkarıyordu.
Çağdaş, laik Cumhuriyette aslında gerçek yüzünü Koçgiri ve Dersim’de gösterdi. Daha sonra’da Kızılbaşlara yönelik baskılar sürmeye devam etti.
Aslında başta bahsettiğim konuya gelirsek, 1967 yılında Elbistan da Kızılbaşlara karşı yapılan katliam girişimi de bu baskılara bir örnektir. Aslında Maraş katliamına gelene kadar örülen sürecin bir parçasıydı Elbistan olayları. Tabi ki de Elbistan olaylarınında kendine özgü sebepleri vardı. Bölge de bir çok katliamın olduğu gibi demografik yapının değiştirilmesi hedeflenmişti.
Çünkü Elbistan tarihte olduğu gibi bugün de halen kendi önemini korumaya devam ediyor. Elbistan tarihten bu yana ticari merkezlerden birisi olmayı başarmış ve kendi çevresindeki bir çok şehir içinde Cazibe Merkezi olmuştur buna birkaç örnek vermek gerekirse, Maraş İl olmasına rağmen Antep, Hatay, Adıyaman, Malatya’nın Darende, Sivas’ın Gürün ilçelerinden şehre Pazartesi kurulan pazara ticaret yapmaya gelinirdi.
İşte Kızılbaşlar da sığındıkları dağ köylerinden 1950’lerde artık yavaş yavaş ovaya ve şehirlere inerek burada ticari faaliyetlerde bulunup çocuklarını buralarda okullara göndermeye, şehirde iş ve meslek sahibi olmaya başlamıştı. Şüphesiz şimdiye kadar yok saydıkları, aşağıladıkları bu insanların şehirde varlık göstermeye,ve tutunmaya başlamasından ve bunda rahatsızlık duyan bazı çevreler de vardı.
Bu arada Kızılbaşlar kendi felsefi ve tarihi kimliklerine, sosyal yaşamlarına uygun olarak siyasal alanda soldan yana yer almaya başlamıştı.
O dönemde üniversiteye giden Kızılbaş gençlerinin okullarında edindikleri siyasi görüşlerini geldikleri bölgeye taşımaları da bu süreci dahada hızlandırmış oldu.
Dağ köylerinde önemli bir Kürt Kızılbaş nüfusu vardı. Dolaysıyla Elbistan da bundan nasibini almıştı. Daha az miktarda Türk Kızılbaşların da Elbistan’da varlığı olduğunu söylemek gerek.
1960’lardan sonra ülke çapında tanınan en önemli Elbistanlı Halk ozanlarından biri Mahzuni Şerif’ti. Mahzuni’nin sol çevrelerde artan ününü ve Elbistan’lı olmasını fırsat bilen Elbistan’ın ileri gelen bazı çevreleri bir konser düzenlemeye karar verirler. Konserin yapılmasını destekleyenler arasında Mahzuni’yle derin dostluğu olan DR. Mehmet Ocak , Sinemilli aşiretinden Kul Ahmet ve o dönemde Elbistan’da küçük bir işletmesi de bulunan Aşık İbreti de vardı.
Kısa süre için de yerler tutuldu, gereken duyurular yapıldıktan sonra konserin biletleri satıldı. 1967 yılının bir pazarında bu konser gerçeleştirildi. Fakat bir çoğunun hayatları boyunca ilk defa konsere gidecekleri için adeta heyecanları doruktaydı. Çünkü her zaman baskı altında kalmış Kızılbaşlar için kendilerinin anlatıldığı, kendi içlerinden çıkmış bir halk ozanının coşkuyla çalıp söylediği böyle bir gece eşsizdi.
Fakat konser sırasındaki konuşmalar sırasında provokasyon da başladı. Bu provokasyonlar Mahzuni’nin türküleriyle doruğa çıktı. Bu sebeple konser erken bitirilmek zorunda kalındı.
Sanatçıların herhangi bir saldırıya maruz kalmamaları için de halk ozanları başka yerlere götürmey karar verildi. Aslında o geceki olaylar gelecek büyük saldırının habercisiydi. Aynı gece saldırganlar şehir içinde silahlar sıkarak gösteriler de yapılıyordu.
Nihayet şehrin pazarının kurulduğu ertesi gün dışarıdan getirilen adamlarla şehir merkezinde Aleviler’e yönelik ilk ‘halk arası iç savaş’ süsü verilmiş saldırı gerçekleşecekti.
Aslında yaşananları tanıkların ağzından dinlemek daha faydalı olacaktır.
Dr. Mehmet ocak’ın anlatımları:
Mahzuni benim dostumdu. Kendisinin o dönemde ülke çapında konserleri olmakta ve büyük ilgi çekmekteydi. Bölge ozanı olmasından dolayı Elbistan’da da bir konserinin yapılması düşünülüyordu. Nihayet organizasyon yapıldı ve bir yazlık sinemada bir pazar akşamı başladı. Konsere sadece aleviler değil elbistan’ın içinden de dışından birçok Sünni köyden de katılım oldu. Hatta paraları olmadığı için konsere giremeyen bir grup sünni öğrencinin içeri girmesine bizzat ben yardımcı oldum. Konsere ilçenin de bütün yöneticileri katılmıştı. O sırada muhtemelen konserin organizasyonunda yer alan doğan kılıç adlı bir kişi bir konuşma yaptı ve bu sırada ‘’size 13 milyon alevi’nin selamını getirdim.’’ diye bir cümle kurdu. Bunun üzerine salondaki provokatör bir grup taşkınlık yapmaya başladı. Ben taşkınlığın büyümesini önlemek için Doğan Kılıç’ı alıp otele götürdüm.
Döndüğümde konser hala devam ediyordu ve artık mahzuni sahnedeydi. Yuh yuh türküsünü okurken salonda yeni bir provokasyon başlatıldı. Bunun üzerine konser erken bitirildi. Salondaki taşkınlığı başlatan grup konserin dağılmasının ardından şehir merkezinde silah atmaya devam etti. Bu grup için hiçbir girişimde bulunmayan savcı Mahzuni’yi ve Doğan Kılıç’ı göz altına almayı düşündüğünü söyledi. Benim araya girmemle o akşam için bu önlenmiş oldu.
Ertesi gün savcı ve hakimin benimle görüşmek istediği haberini aldım. Bunun üzerine adliyeye yollandım. Binanın dışında ve bahçesinde hareketli bir kalabalık vardı. Herhangi bir saldırı beklemediğim için ilgisizce binanın kapısına doğru yürümeye devam ettim. Derken grup hep birlikte bana saldırmaya başladı. Beni görüşmeye çağıran savcı ve hakimler saldırı pencereden izlemekle yetindiler. Saldırıdan Elbistan’ın ileri gelen ailelerinden krallar’dan kadir adında bir kişi tarafından kurtarıldım. Aynı zamanda köyüm olan Demircilikli bir başkası da saldırganlara karşı koymaya başladı. Saldırganlar şehir içine yönelince yazıhaneme gittim ama kısa sürede orası da sarıldı ve taciz edilmeye başlandım. Saldırganların bir boşluğundan yararlanarak oradan da kaçmayı başardım ama benden sonra grup yazıhanemi tamamen dağıtmıştı. Bu olaylar sırasında ciddi bir beyin sarsıntısı geçirdim.’
Mehmet Külekci’nin anlatımları:
Bir ‘’halk ozanları gecesi’’ düzenliyorduk. Bu tüm yurtta namı duyulmuş hemşehrimiz Mahzuni’nin gecesi olacaktı. Hepimiz hem mutlu hem gururluyduk; onca ezilmişliğimizin neticesiydi sanırım sevincimiz. Ben dört arkadaşımla birlikte bilet satma görevini üstlendim. Köprübaşı yazlık sineması Mahzuni’nin sesi ve sözüyle çınlıyordu. Garibim olacakları nereden bilsin… Çığırdıkça coştu, coştukça çığırdı. Kaymakam vekili, cumhuriyet savcısı, üsteğmen ve emniyet amiri de oradaydı. O gece oradaki yetkililer yukarı Yapalak köyüne ve diğer sünni köylere de haber yollamışlar. Gece bitince evlerimize dağıldık. Sabah ben bakkal dükkanıma ilk okul 5’e giden oğlum ise okuluna gitti.
Çok geçmeden alevi bir doktor olan Mehmet Ocak’ın Sünni köylerden gelenler tarafından tekbir getirilerek feci bir şekilde dövüldüğü haberini aldık. Bu sırada aleviler’in iş yerlerine saldırdıklarını; yolda, pazarda gördükleri aleviler’i dövdüklerini duyduk. Komşularla sıramızı bekliyorduk. Ölümü beklemek zor geliyordu. Oğlum aklıma geldi, kardeşim de dışardaydı, yeğenim okuldaydı. Uzaktan tekbir sesleriyle ‘’vurun Kızılbaşa, hepsini öldürün.’’ dediklerini duydukça korkumuz daha da artıyordu. Nihayet geldiler.
Bizler kurban, onlar kurbanları az sonra midelerine indirecek kurban sahipleri gibiydik. Malatya caddesi’nin tozlu topraklı yolunda buluştuk. Ellerine ne geçtiyse bize fırlattılar. Düşmanmışız, sanki o güne kadar hiç birlikte yaşamamışız gibi. Dün yolda düşüp bacağını kanatınca yardım ettiğimiz komşumun oğlu, geçen gün ekmeğimizi paylaştığımız komşumuz, her yaz kışlık peynirimizi paylaştığımız diğer komşumuzdu saldıranlar…
Bu sırada yaşlı bir alevi dedeyi bir römorkun altında sıkıştırdılar. Bir o taraftan sopa yiyordu bir bu taraftan. Her sopa yiyişinde can havliyle sağa sola kaçışıyordu.
Grup daha sonra doğrudan benim dükkanıma yöneldi. Taş, kaya, demir çubuklar havada uçuşuyordu. O sırada Sevdilli köyü jandarma karakol komutanı Mustafa başçavuş ve iki jandarma sahneye çıktı ve ellerinde silahlarla ‘’yaklaşmayın, yaklaşanı vururum.’’ diyerek gözü dönmüş kalabalığı dağıttı.
Bu sırada kalabalık Malatya Caddesi’nden yukarı çıkarak demircilik köylülerine ait şamoların oteline saldırdı. Üst kata çıkanları döve döve aşağı indirdiler. Yatak, yorgan ne buldularsa aşağı attılar. Yaptıklarından zevk aldıkları öyle belliydi ki. Yıllarca ‘’bu insanlar neden bu kadar acımasız?’’ sorusu kafamı karıştırdı durdu.
O sırada belediye hoparlöründen olayların fitilini çeken ve organize eden belediye başkanı ziya bey ve üsteğmen ”kahramanlarım yeter.” diye çağrıda bulunuyorlardı.
Sevdilli karakolundan Mustafa Çavuş’un yetkililere haber vermek ve olaylara müdahale etmek için ortamdan ayrılmasından sonra saldırganlar bizim dükkana yine uğradılar. Bizi unutmamışlardı. O sırada oğlum ve yeğenim de dükkana gelmişti. Eski bakkal dükkanlarını bilenler ortada bir şeker tablası olduğunu da bilirler. Oğlumu ve yeğenimi tablaların altına soktum. Ben de kendimi üstlerine siper ettim. Geldiler, yıktılar ve gittiler. Ordan çıktıklarında yıllardır ortaya çıkardığım emeğim, çocuklarımın ekmek teknesi artık yoktu. Şekerler üzümlere, pirinçler helvalara karışmıştı. Kalanlardan işe yarayanlar da yağmalanmıştı. Oğlum, yeğenim ve ben yaşıyorduk. Sabah 6’da başlayan olaylar öğleden sonra 3 gibi bitti. O gece muhacirlere ait bir alevi vatandaşın evine sığındık. Yarın olduğunda da hepimiz meskenimiz dağlardır diyerek dağlara ve köylerimize sığındık. 43 sene geçti, hala unutamadım o günleri…’’
İbrahim Geyik:
Konserin olduğu gece ben köyde bir düğündeydim. Ertesi sabah Elbistan’daki dükkanıma döndüm. Aniden büyük bir kalabalıktan sesler ve bağrışmalar gelmeye başladı. Sebze halinde Aleviler’i dövdükleri haberi geldi. Dükkanımı kapatıp dışarı çıktım, akabinde kalabalık tarafından yakalandım. Beni dövüp bir su kanalına attılar. Kanalın içinde de dövmeye devam ettiler. Bu sırada ”çağırın Hz. Ali’nizi, sizi kurtarsın.” diyorlardı. Elbistan esnafının çoğu bu yürüyüşün içindeydi. Sonradan duyduğum kadarıyla konserin olduğu gece savcı Sünni kesimin ileri gelenlerini adliyede toplayıp kaymakam, jandarma birlik komutanı ve emniyet amiriyle birlikte çeşitli köylere haber gönderip pazartesi Elbistan’da toplanmalarını söylemiş.
Sudan çıktıktan sonra üstüm başım sırılsıklam ve kan içinde sağır arif’in oteline sığındım ama beni içeri almadı. Sonra Malatya caddesi üzerinde bir ara sokağa girip bir evin kapısını çaldım. Yaşlı bir kadın çıktı kapıya. İsmi Elif’ti. Güvenlik korkusuyla nereli olduğunu sordum. Muhacir bir aleviymiş neyse ki. Beni içeri aldı, giysilerimi çıkarttı ve kuruttu. Kendime gelene kadar bana yardımcı oldu. Oradan ayrıldıktan sonra tosun Hıdır’ın evinde bir süre daha dinlendim. Öğleden sonra saat 4 gibi vali geldi diyerek beni dükkanımın önüne getirdiler. Her şey yağmalanmıştı. Vali, jandarma alay komutanı ve il emniyet müdürü dükkanı inceliyordu. O sırada ben fenalaştım. Bunun üzerine beni Malatya’ya götürmeyi teklif ettiler. Yola çıktık ama pancar dairesinin yakınında alevi köylerinin orada toplanmış olduğunu gördüm ve Malatya’ya gitmekten vazgeçtim. Bana neden vazgeçtiğimi sorduklarında kendimi güvende hissetmediğimi, tedavimi evde göreceğimi söyledim.
Ikinci gün Ankara’dan adli müfettişler geldi, adliyede zulme uğrayan insanların ifadeleri alındı. Hemen herkes yerel yönetimden şikayetçi oldu. Avukat Hilmi Soydan ve zamanın CHP Milletvekili Turan Güneş avukatlığımızı üstlendiler. Dava Ankara’da görüldü ve lehimize sonuçlandı. Aslında davayı kazanmamız bir şeyi değiştirmedi. 67’den beri baskılar ve zulüm sistematik bir şekilde devam ediyor. Onlar bizim vicdanımızda hep mahkum kalacaklar.
………….
Tanıkların anlatımı aslında her şeyi açığa çıkarıyor.
Bir başka konu ise o dönem CHP’nin tutumu. O dönemde TBMM’de CHP adına Elbistan olaylarının araştırılması için verilen önerge üzerine söz alan Sivas Milletvekili Nasuh Nazif Aslan ise bu olayın ardından CİA’in olduğunu ve oraya dışarıdan bir müdahale gerçekleştiğini de belirtiyor. CHP’li vekilin konuşmasında CİA’nin Komünistleri kullandığını iddia ederek, aslında olayı solcuların ve Kızılbaşların kışkırtmasıyla ortaya çıktığını söylüyor. Ayrıca bu olayın üzerin kapatılması istenen mecliste AP parlamenterleri de alkışlarla destek veriyor.
Meclis Tutanağı
Aslında özde baktığımız zaman 1967 olaylarından sonra Elbistan adeta ikiye bölündü ve halen bugün de devam ediyor. Elbistan’da olaylar sonrası oluşan Malatya Caddesi dendiğinde Kürtlerin, Kızılbaşların ve Solcuların ticari mekanların olduğu her türlü alışverişlerini ve orada yaptıklarını daha aşağılara doğru mümkün olduğu kadar inmemeleri diğer tarafta ise Elbistan kalan kısmının özellikle Türk olarak adlandırılan Sunnilerin ağırlıkta alışveriş yaptığı ve mekan olarak kulandıkları bir bölge mevcut. Aslında bu durum şunu gösteriyor. Elbistan’ın bugün değil daha o gün ikiye bölünmüş kutuplaştırıyor. Her an orada yaşayan insanlar karşı karşıya gelecek bir pozisyondalar. Bu durum da orada yaşayan Kızılbaşlar için her an tehlike arz ediyor…
Bu yazı Alevinet.com sitesinden altındır.