Katliam vardı ama direniş de vardı

0
151

Bedia Ergün: ’20 zindanda kahramanca bir direniş sergiledik ve ideolojik olarak biz devrimci tutsaklar ağır bedeller ödedik ama ideolojik olarak kazandık.’

Selahattin Hira: ‘Dün olduğu gibi bugün de tutsaklarla dayanışmak hayatidir. Hücrelerde, yaşamın ne olduğunu bilen biri olarak söylüyorum tutsaklara ses olmak hayatidir.’

Esra Asiye Güden: ‘Devlet, Eğridir Komando Tugayında getirilen yüzlerce askere karşı 13 kadının direnişi vardı. Bizim direnişimiz karşısında korktular.’

 

ERDOĞAN ZAMUR

Tarihin yaprakları 2000 yılına evrilirken Türkiye cezaevlerindeki tutsaklara yönelik baskılar artıyordu. Konsept olarak hayata geçirilmek istenilen F Tipi (hücre sistemi) Cezaevi sistemine karşı tutsaklar açlık grevleri ve ölüm oruçlarıyla karşı koyuyordu. Ölüm oruçları toplumun büyük bir kesiminde destek görüyor ve aydın-yazarların görüşmeleri ile süreç devam ediyordu. Ancak 19 Aralık 2000 yılında, “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altın bir katliam operasyonu devreye koyulmuş ve hafızalara kazınan “Bizi diri diri yaktılar” cümlelerin kazınmıştı. Demokratik Sol Parti (DSP)- Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Anavatan Partisi (ANAP) koalisyonun talimatıyla yapılan operasyon sonucunda 30 tutuklu yaşamını yitirdi, yüzlerce tutuklu da yaralandı. 20 cezaevinde aynı anda başlatılan katliam operasyonunun üzerinden 21 yıl geçti. Katliam sırasında Niğde Cezaevinde olan Esra Asiye Güden, Gebze Cezaevi’nde olan Bedia Ergün ve Aydın Cezaevi’nde olan Selahattin Hira ile tanıklıklarını konuştuk. 

Topyekûn direndik

1996 yılında tutuklanan ve 9 yıl caza alan Bedia Ergün, 19 Aralık Katliamı’nın amacının devrimci tutsakları ideolojik olarak teslim alınmak istendiğine dikkat çekiyor. Ergün, o döneme dair tanıklığını şöyle dile getiriyor: “Biz devrimci tutsaklar, 20 zindanda can bedeli bir direniş içinde olduk. Düşman bizi zorla götürecekti, bizlerde topyekûn ölümüne direniş kararı almıştık ve 20 zindanda kahramanca bir direniş sergiledik. İdeolojik olarak biz devrimci tutsaklar ağır bedeller ödedik ama ideolojik olarak kazandık.” 

Barikatlar kurduk

Devletin adeta savaşa gelir gibi bombalar saldırdığını belirten Ergün, “Ben Gebze zindanındaydım, saldırı olacağını biliyorduk, onun için bir hazırlığımız vardı. Bizi F tipi zindanlarına götürmek için geleceklerdi, bizlerde de gitmeme kararı vardı. Kapıların önlerine barikat kurmuştuk, koğuşa da su koyduk, çünkü bizleri yakabilirlerdi. Ayaklarınızı ıslatmıştık, yanmamak için. İçeri onlarca bomba atıldı ama koğuşumuza giremediler, sis bombası gibi bir şey sıktılar. Bir madde sıktılar, göz gözü görmüyordu. Barikatları açıp bizi tek tek koparıp işkenceyle havalandırmaya atıyorlardı. Bir ayağımda baş parmağım ezilmişti, ayağımda yaralar açılmıştı, hala ağrıyor. Omuriliğim de aldığım darbeyle felçlik geçirdim. Bayrampaşa da yanıcı bir madde atmışlardı, 5 kişi katledildi. Çoğu arkadaşında yüzü yanmıştı, Ümraniye 2, Çanakkale’de 2, diğer zindanlarda da yüzlerce devrimci ağır yaralandı” diye anlatıyor.

130 gün ölüm orucunda

19 Aralık’tan sonra ölüm orucunun ilk ekibinde yer aldığını ve 130 gün kaldım ölüm orucunda kaldığını belirten Ergün, “B1 hiç almadım. Eylemin 120. günü bilincim kapanıyor, o gün hastaneye götürüyorlar ama bilinicimin kapalı olduğunu bilmiyorlar. 130. günde müdahale ediyorlar” diyor. Müdahale sonrası durumunun kötüleşmesi üzerine, Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından zindanda kalamaz raporu verilmiş. Böylece 6 aylığına tahliye olmuş. Yürüyemeyen ve hiç bir şey hatırlamayan Bedia Ergün, ailesi tarafından yeniden tutuklanmaması için yurtdışına çıkarılmış. 

Sömürge anlayışı işletiliyor

İktidarın siyasi tutsakların ideallerinden vazgeçirmek için ölüm dahil, her türlü vahşi saldırılarda bulunduğuna dikkat çeken Ergün, “Devlet, sömürücü ve sömürgeci bir rejim bunun için devrimci tutsakları bir rehine gibi görüp, ideolojik olarak teslim almayı esas alıyor. Devrimci tutsakların da can bedeli direnmekten başka bir alternatifleri yoktur. Zindanlarda bugün Kürdistan ve Türkiye’nin en ilerici devrimci, sosyalist, komünist, yurtsever, aydın onbinlerce insan var. Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde başta Kürt Halkının Ulusal Önderi Abdullah Öcalan başta olmak üzere tutsaklar üzerinde tecrit izolasyonun en katmerlisini yaşatıyorlar. Devlet dışarıya diz çöktürmek için siyasi tutsaklara savaş açmış durumda, hasta olan tutsakları bırakmıyor. İçeride öldürüp ölüsüyle de dışarıdaki milyonlara göz dağı vermek istiyor” diye vurguluyor.

*****19 Aralık provası

Selahattin Hira ise 9 Eylül Üniversitesi’ne bağlı Eğitim Fakültesinde Kamu Yönetimi öğrencisi iken ikinci sınıfta gözaltına alınıp 15 günlük işkenceli sorguların ardından Kasım 1995 yılında tutuklanır. 7 yıl süren tutsaklığının son 8 ayında sürdürdüğü ölüm orucu eyleminde ölmek üzereyken 6 aylık şartlı salıverilme yasasından dolayı Ankara Sincan Cezaevi’nden tahliye edilir. 19 Aralık’a dair tanıklığı anlatan Hira, “Cezaevlerinin tamamında, değişik düzeylerde ve kapsamda ve kesinti saldırılar sürüyordu. Bunun en son halkası ve kapsamlısı 5 Temmuz 2000’deki Burdur Cezaevi operasyon oldu. Bir nevi 19 Aralık’ın son provası diyebileceğimiz bir operasyonda, içinde benim de bulunduğum 70 civarındaki devrimci tutsağa vahşice saldırılmış, bu saldırıda kadın-erkek tutsaklar omuz omuza 16 saat boyunca direnmiştik. Saldırı sırasında Veli Saçılık arkadaşımızın kolu bir iş makinesiyle koparılmıştı. Her bir tutsak işkencelerde geçirilmiş, kadın-erkek tutsaklara tecavüz girişimde bulunmuş, birçok tutsağın vücudunda onarılmaz yaralar-tahribatlar açılmıştı. Günlerce yeraltı hücrelerini tutulmuştuk. Ve ardından tüm devrimci tutsaklar değişik cezaevlerine sürgün edilmiştik. 19 Aralık’a doğru tablo tam da böyledir” diyor.

Her aşamasında işkence vardı

Katliam sırasında Aydın E Tipi cezaevinde olduğunu belirten Hera, o gün yaşananları şöyle özetliyor. “Burdur cezaevine düzenlenen katliam saldırısından sonra Aydın’a sürgün edilmiştik. Toplam sayımız 8’di. Kaldığımız koğuşa onlarca robokop eşliğinde gaz bombalarıyla yapılan ilk saldırıdan sonra iş makineleriyle çatı ve duvarları yıkarak içeriye girdiler. İşkenceli saldırılarla hepimiz yaka-paça askeri ring araçlarına bindirilerek Sincan F Tipi’ne sevk edildik. Her aşamasında işkencenin kesintisiz sürdüğü bu sürgün sırasında, ellerimiz arkadan kelepçeli olarak, 8 saatlik bir yolculuk sonunda Sincan’a vardık. Sürgün sırasında askeri kışlalarda özel olarak işkenceye mola verildi. Bu işkence F Tipi girişinde de çok kapsamlı olarak sürdü.”

 

36 kiloya düştüm

Ölüm Orucu eylemlerinin ilk grubunda yer alan Selahattin Hira, eylemin 240. gününde 6 aylık şartlı salıverme yasasının bir sonucu olarak Şubat 2001 tarihinde Ankara Sincan F Tipi’den  tahliye olur. Tahliye olduğu sırada 36 kiloya gerilemiştir. Oldukça ciddi sağlık sorunlarıyla mücadele etmeye çalıştığı bu altı aylık süre boyunca neredeyse tüm zamanını hastanelerden geçirir. 

Hira, o sürece dair şunları söylüyor. “Daha tam iyileşmeden süre bitti. İkinci altı aylık süre için yaptığım başvuru ATK tarafından işleme konulmayıp, yeniden tutuklama durumu ortaya çıktı. Ben de bu durum karşısında bir daha cezaevine girip uzun süre orada tutsaklık yaşamamak için sürgüne çıkmaya karar verdim.”

 

7 yıl daha ceza verdiler

19 Aralık saldırısından dolayı hakkında açılmış davalar olduğunu belirten Hira, “Burdur operasyonuna bağlı olarak ‘devlet malına zarar vermek’ ve ‘isyan etmekten’ 7 buçuk yıl kesinleşmiş cezam bulunmaktadır. AHİM, Türkiye’yi bu operasyonda mahkum ettiği halde bize ceza verdiler. 19 Aralık operasyonu ile ilgili olarak da ‘isyan ve devlet malına zarar vermek’ ve ‘güvenlik kuvvetlerine mukavemet etmekten’ dolayı açılan dava halen sürüyor” diye belirtiyor.

Tutsaklara ses olalım

Türkiye’de cezaevlerinde bulunan hasta tutsakların durumuna dikkat çeken Hira, devletin bu duruma intikamcı yaklaştığını belirterek; “Tutsakların ihtiyacı olan tedavi koşullarının oluşturulması bir yana, tam tersine onları ölüme terk ediyor. Muhalefeti, ilericileri, devrimcileri ve toplumda kendisine karşı olan herkesi bu tehditle terbiye etmek, korkutmak istiyor. Bana göre dün olduğu gibi bugün de tutsaklarla dayanışmak, onların insanca yaşam hak talepleri, oldukça hayatidir. Hücrelerde, yaşanan yaşamının ne olduğunu bilen biri olarak tutsaklara ses olmanın, nefes olmanın hayati bir önem taşıdığını vurgulamak isterim” diyor.

*****

Boyun eğdirme konseptiydi

Esra Asiye Güden de 1995 yılında Adana da tutuklanır, 6 yıl hapiste kalır. 1996 ve 2000 ölüm oruçlarına katılır. 2001 yılında ölüm orucunu sürdürürken 204. günde şartlı salıverme yasası ile serbest bırakılır. Politik mücadele içerisinde devlet baskılarından dolayı Avrupa’ya göç etmek zorunda kalır. Katliam sürecine dair konuşan Güden, “F Tipi cezaevleri, faşizmin toplumun tüm kesimleri ne yönelik yaptığı bir saldırıdır. Bu bir konsepttir. Faşist devletin, ezme, boyun eğdirme konseptiyle hareket ettiği dönemdir. Dönemin başbakanı Ecevit bile yaptığı açıklamada ‘ilk hedefimiz cezaevleridir, IMF politikalarını uygulamak için cezaevlerine hakim olmamız gerekiyor’ dedi. Bu katliamdan bir yıl önce Ulucanlar Katliamı ve devamında da son olarak Burdur Cezaevi’ne yönelik saldırılar oldu. İşte 19 Aralık Katliamı tam da bu koşullarda gerçekleşti” diye anlatıyor.

Göstere göstere gelen bir süreçti

Daha önce 5 Temmuz’da Burdur Cezaevi saldırısı sırasında orada olduğunu ve daha sonra Niğde Kadın Cezaevi’ne sürgün edildiğini aktaran Güden, 19 Aralık gününe ilişkin olarak 13 kadın direnişçiye karşı Eğridir Komando Tugayı’ndan asker getirildiğini belirterek, “19 Aralık gecesi aslında göstere göstere gelen bir süreçti. Bütün toplumun gözü önünde gerçekleşti. F Tipi Cezaevleri’ne karşı daha önce başlatılan açlık grevleri devam ediyordu. Niğde’de de arkadaşlar vardır. Saldırıdan bir kaç gün önce askeri tatbikat var denilerek elektrikler ve sular kesilmişti. Bu da yapılacak bir saldırının provasını olduğunu düşünüyorduk. Aydın ve sanatçıların o dönem tutsaklar ile devlet arasında bir görüşme yapıyorlardı ve görüşme tıkanmıştı. Operasyon olacağı bekleniyordu. Operasyon katliamla geldi” diyor.

13 direnişçi kadın

19 Aralık günü yaşananlara dair olarak da  devletin çok vahşice bir biçimde tutsaklara saldırdığını belirten Güden, saldırı gecesini ise şöyle anlatıyor: “Saat 5:00’te operasyon başladı ben o gece nöbetteydim. Nöbeti arkadaşıma devrettim, yatağa daha yeni gitmişken nöbetçi arkadaşın ‘asker girdi’ sesiyle uyandım. Hemen barikat oluşturmaya çalıştık. Saldırıya karşın yapılması gereken tavır özsavunmadır. Elektrik ve suların kesildiği bir ortamda barikat kurmaya çalıştık. Ölüm orucundaki yoldaşlarımızın korumaya çalıştık. Devlet, Eğridir Komando Tugayında getirilen yüzlerce askere karşı 13 kadının direnişi vardı. Direnişi kırdılar, hepinizi tek tek şiddetle, cinsel saldırılarla ellerimiz arkadan kelepçeleyip Niğde Devlet Hastanesi’ne götürdüler. Ancak orada tek bir kişi faşist saldırıya karşı boyun eğmedi. Bizi hastanenin morguna götürdüler. Oradan da fiziki şiddet, cinsel şiddet, hakaretler devam etti. Ellerimizi ters kelepçeleyip ringe bildirdiler, ellerimiz kelepçeli olmasına rağmen bizler ringe vurarak, sloganlarla direndik. Bizim direnişimiz karşısında korktular. Gerçekten büyük bir direniş vardı.”

Boranımızı kaybettik

En son tekrardan hapishaneye getirildikleri zaman bütün işkencelere rağmen düşündükleri ilk şey koğuşta kalan Boran adlı kuşları olduğunu dile getiren Güden “Aklımıza ilk gelen Boran adında bir kuşumuz oldu. Herkesin aklına önce o gelmişti. Gittiğimizde yaşıyordu, gazdan etkilenmemişti ama bir ay sonra kaybettik, Boranımızı… Bu da ironik bir şeydi. Tv açtığımızda 20 hapishaneye girdiğini gördük. Günlerce yoldaşlarımızda haber alamamanın sancısını yaşadık. Bu çok kötü bir duygu, ailelerimize bile yalan söylemişlerdi” diye anlatıyor.

Katliama karşı direniş vardı

19 Aralık’ın bir yüzü katliam ise, bir diğer yüzüde tutsakların direniş olduğunu, görünenin hep devletin katliam oldu, oysa tutsaklarında ciddi bir direniş sergilediler görmek gerektiğini belirten Güden; “Devletin uyguladığı mektup yasakları, gazete ve kitap yasakları, infazın yakılması, infaz ertelemesine kadar birçok değişik saldırılarla karşı karşıya kaldık. İnfazlar yakılarak tutsakların daha fazla içeride kalmaları sağlanıyor. Devrimcilerin iradesini asla teslim alamayacaklar. Devrimci tutsaklar direnişle bunu gösterdi. Aslında tutsaklar, dışardaki işçi ve emekçiler için de direniyor” diyor.

Toplum duyarlı olmalı

Cezaevlerinden son günlerde peş peşe yaşanan ölümlere dair de konuşan Güden sözlerini şöyle noktalıyor: “Bir hafta içinde cezaevinde 3 cenaze çıktı. Toplum hasta tutsaklar konusunda duyarlı değil. Halil Güneş ve Abdurrazak Suyur’u yitirdik. Garibe Gezer olayı zaten bir başka trajedi. Defalarca sürgün edilmiş, buna rağmen boyun eğmemiş son gittiği cezaevinde cinsel işkenceye maruz kalması ve yeterince sesini duyulmaması gerçekten tam bir trajedidir. Hasta tutsaklar konusunda sadece aile ve dostları değil bütün toplumun duyarlı olması gerekir.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz