Bir buçuk asırlık cemevinde Tahtacı Alevi kültürü sergileniyor

0
452

Tahtacı Türkmen Alevilere ait neredeyse bir buçuk asırlık cemevinde, Tahtacı kültürü, gelenek ve görenekleri yansıtılıyor. Geçmişte kullanılan tarım aletleri, mutfak eşyalarının sergilendiği kültür evinde günümüzde hala kullanılan yöresel elbiselere de yer verilmiş. Kültür evinde sergilenen her şey adeta geçmişten geleceğe bir köprü kuruyor ve gelecek nesillere birer miras olarak bırakılması isteniyor. 

Bir buçuk asırlık cemevinde Tahtacı Alevi kültürü sergileniyor

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklenen ve Narlıdere Belediyesi tarafından restore edilen Narlıdere Kültür Evi, Narlıdere’ye yerleşen ilk Tahtacı Türkmen Alevilere ait neredeyse bir buçuk asırlık cemevi. Göçebe olarak yaşayan Tahtacı Aleviler, 16 çadırlık obalarıyla Narlıdere’ye gelerek yerleşik bir hayata başlıyor. Bu 16 çadırlık obanın içinde Tahtacı Alevilerinin pirleri olan Dur Hasan dedenin torunu Hızır dede de bulunuyor. Tahtacı Alevilerinin kutsal mekanlarından olan Hızır dedenin mekanına 1874 yılında ibadetlerini gerçekleştirecekleri bir toplanma yeri (cemevi) inşa ediliyor.

Tahtacı Türkmen Alevilerinin inanç, gelenek ve göreneklerinin sergilendiği Narlıdere Kütür Evi’nde bulunan cem odası inanç kurulu dedelerinin kararıyla dizayn edilmiş. Kültür evinin hemen girişinde bulunan kadın erkek figürleri ise Tahtacı Alevileri simgeliyor. Üst katta ise bir kadın ve erkeğin birlikte odun kesme figürüne yer verilmiş. Göçebe yaşayan Tahtacı Aleviler doğada odun keserek hayatlarını idame ediyorlar. Hayatın her aşamasında kadın ve erkeğin birlikte bulunması kadın erkek eşitliğini simgeliyor.

Çilehane, çeyiz ve giysi odası, mezar odası, mutfak eşyaları ve fotoğraf odası ile geçmişten geleceğe adeta bir köprü kurulmuş.

Kültür Evi’nin dizaynını yapan ve orada görevli olan Tahtacı Türkmen Alevi Merih Ünsal ile konuştuk.

Kültür Evi’nin Tahtacı Türkmen Alevilerinin çok önemli ve kutsal mekanlarından biri olduğunu ve 1874 yılında cemevi olarak yapıldığını söyleyen Ünsal, Cemevinin Tahtacı Türkmen Alevilerinin dedeleri tarafından inşa edildiğini kaydetti.

Horasan’dan Basra Samara Selman pak yoluyla Musul’dan Anadolu’ya girdiklerini ve Anadolu’dan da Mardin Maraş  yoluyla Adana’ya geldiklerini belirten Ünsal, daha sonra Tahtacı Alevilerin Ege, Akdeniz ve Toroslar’a dağıldığını söyledi.

“ÖNCELERİ CEMLERİ DIŞARIDA YAPARDIK YERLEŞİK HAYATA GEÇİNCE CEMEVİNE İHTİYAÇ DUYULDU”

Göçebe bir toplum olduklarını söyleyen Ünsal, Narlıdere’ye yerleşme sürecini şöyle özetliyor;

“Ege bölgesine gelen boy önce Nif Dağları’nda yaşıyor. Daha sonra Kızıl Dağın eteklerinde yaşıyor. Zaten göçer bir toplumuz. Obalar halinde yaşıyoruz. Oradan da 16 çadırlık obamız ile Narlıdere’ye iniyoruz. Narlıdere’ye inen 16 obanın içinde Pirimiz Dur Hasan Dedenin torunu Hızır dede olduğu için burası ocak merkezi oluyor. Yerleşik hayata geçtikleri için bir toplanma yeri (cemevi) yapma gereği duyuyorlar. Gelen yardımlarla bu cemevi yapılıyor. Salon taşlarının Malta’dan geldiği biliniyor. İki odamızda mürşitlerin kaldığı biliniyor. Tabi o zaman küçük bir köy olduğumuz için cemevi olarak kapasiteyi kaldırabiliyormuş. Ama şimdi yarısından fazlası Alevi olan bir ilçedeyiz, doğal olarak yetmiyor. Burası ocak merkezi olduğu için burada özellikle sorgu cemleri yapılırmış. Dolayısıyla gelen talipler üst katlardaki odalarda ağırlanırmış. Önceden göçer olduğumuz için cemlerde çadırlarımızda ya da dışarıda yapılıyormuş. Ama yerleşik hayata geçtikten sonra cemevi yani ibadethane yerinin olması şart olmuş.”

AMAÇ YOK OLAN GELENEK VE GÖRENEKLERİN YAŞATILMASI

Narlıdere Kültür Evi’nin ‘Kültür ve İnanç Müzesi’ olarak 2007 yılının Mayıs ayında hizmete açıldığını kaydeden Ünsal, kültür evinin Tahtacı Türkmen Alevileri için önemli olduğunu, gelecek nesillere gelenek ve göreneklerini yansıtan bir miras bırakacaklarını sözlerine ekledi. Ünsal, kültür evinin yapılmasının amacını ise şöyle anlattı:

“Şimdi orta yaş grubu insanlar bu kültürü ve inancı zaten yaşayarak öğrenmişler, biliyorlar. Buranın asıl amacı aslında bu kültürü ve bu inancı gençlere tanıtabilmek, onlara çok az da olsa hem görsel hem de yazılı bir şeyler verebilmek.

Buraya gelen gençler içeriyi gezdiklerinde o anlatımlarla ve gördükleriyle kafalarında az da olsa bir şeylerin oluşması bizim için avantajlı bir durum. Burada asıl amaç yok olan kültürün gelenek ve göreneklerin yaşatılması. Metropolleşmeyle birlikte bir arada yaşam tarzı zamanla yok oluyor. Betonlaşmalar çok fazla. Dolayısıyla bizler gelenek ve göreneklerimizi avlularımızda bir arada yapabiliyorduk ama şimdi apartmanlar dikildi her yere. Dolayısıyla bu tür gelenekler zaman zaman yok olup yapılmamaya başlandı. O gelenekleri buraya taşıyıp burada yapma olanağımız oluyor. Yok olmaktansa kültürün ve inancın, gelenek ve göreneklerin burada yaşatılıyor olması çok sevindirici bir durum. Buranın restore edilmesinden sonra sönmüş bir ocağın yeniden alevlendiriliyor olması da tabi ki çok mutluluk verici. Sadece hakka yürüme geleneğimiz haricinde cem odasında Alevi inancı sergileniyor. Cem odası dedeler kurulunun kararıyla dizayn edildi hassas bir konu olduğu için. Tüm Alevilerin ibadetinin yapıldığı bir yer olarak sergilendi. Ama kültürel anlamda daha çok Tahtacı Türkmen Alevilerinin kültürü yansıtılıyor.”

“TAHTACI CEMLERİNE MUSAHİPLİ OLMAYAN GİREMEZ”

Ünsal, kültür evini gezdirerek yapılan çalışmaları tek tek anlatı. Öncelikle cem odasını gezdiren Ünsal, buranın inanç kurulu kararı ile dizayn edildiğine dikkat çekti. Ünsal, cem odasında 12 hizmet yürütenlerin figürlerine yer verildiğini ve cemlerde halka biçiminde oturtulduğunu belirtti.

Cemlerde kadın ve erkeğin aynı yerde ibadet ettiğini vurgulayan Ünsal, cemde makamsal olarak en büyük makamın mürşitlik makamı olduğunu belirterek, Alevilerde ışığın önemine vurgu yaptı. Ünsal konuşmasına şöyle devam etti:

“Işık bizim için kutsaldır. Aydınlığı simgeler. Yol aydınlığını simgeler. Üç defa cemlerimizde çerağ uyandırılır. Allah Muhammed Ali adına uyandırılır. Başka bir anlamı ise güneşe düşen ilk ışık simgeler. İkinci ışık güneşin ve evrenin etrafını ve tüm evrenin aydınlanmasını simgeler. Çerağ söndüğü zaman cem iptal edilir, düşkün olur cemdekiler. Evrenin karartılmaması gerekir aslında.”

Ünsal, Tahtacı Türkmen Alevilerinin cemlerine musahipli olmayan kimsenin giremeyeceğini söyledi.

Tahtacı Alevilerde ceme giren musahipli kadınlar yöresel kıyafeti olan değreleriyle katılıyor. Erkekler ise kemerbestlerini bağlar ve başına poşusunu takarak ceme öyle girer.

“OSMANLI’NIN ZULMÜNDEN TAHTACILAR DA NASİBİNİ ALDI”

Tahtacılığın bir mezhep olmadığına dikkat çeken Ünsal, Osmanlı döneminde yapılan baskı ve zulümlerden Tahtacıların da nasibini aldığını dolayısıyla dağlarda gizli saklı yaşamak zorunda kaldıklarını söyledi.

“AĞAÇ KESİLMEDEN ÖNCE RIZASI ALINIR”

Ormanlık alanlarda yaşadıklarını ve odun işleriyle uğraştıkları için Tahtacı ismini aldıklarını söyleyen Ünsal, yaptıkları işi şöyle anlattı:

“Ağaç kesim yerlerine makta deriz. Ağaç kesim yerleri öncesinden belirlenir. Doğaya aşık bir toplum ama ağaç kesiyor bu bir çelişki. O gittiğimiz alanlarda öncelikle kurumaya yüz tutmuş ağaçlar belirlenirmiş, o ağaçlar kesilmeden önce onun duası okunur, ağacın rızası alınırmış. Ağaç kesildikten sonra yerine bir fidan dikilirmiş. Böylesine doğaya aşık bir toplum. Çalışma alanlarında olduğu gibi her alanda da kadın erkek yan yana omuz omuza dayanışma halinde iş görüyorlar.”

Tahtacı Türkmen Alevilerinin kullandığı tarım aletlerinin de sergilendiği oda da kadın ve erkeğin beraber ağaç kestiği simgeleri görülmeye değer.

YÖRESEL KIYAFET DEĞRE: ÖLÜMLÜK DİRİLİK KEFEN

Tahtacı Türkmen Alevilerinin çeyizlerinin sergilendiği çeyiz odasındayız. Bunları toparlayabilmek için birçok köyü gezen Ünsal, insanların eşyalarını ocaklarına verdikleri için ruhani bir gönül rızasıyla verdiklerini söyledi. Ünsal, çeyiz ve giysi odasında sergilenen Tahtacı Türkmen Alevilerinin yöresel kıyafeti olan değrelerini anlattı. Ünsal; “Değrelerimiz çok önemli. Bu yöresel özel ve kutsal giysimiz. Biz buna değre diyoruz. Bu neden özel ve kutsal. Bizim baş bağlama dediğimiz bir geleneğimiz var. Kaynana tarafından geline diktiriliyor bu giysi. Sonrasında düğünün hemen ertesi günü bu geline giydirilir. Kaynananın gelinine ‘senin başını bağlıyorum’ demesi anlamına geliyor.

Sonrasında özel günlerimizde de giyeriz. Bu elbise kaldırılır ve kişi hakka yürüdüğünde giydirilir. Bu bizim ölümlük dirilik kefenimizdir. Onun için özel ve kutsaldır. Bu müzede de bulunan değreler en az 80-100 yıllık. Bunların eskiyen, küçük gelen ya da yırtılmış olanlarını sandıklara kaldırmışlar. Ben gittiğimde sandıklarından çıkartıp bana verdiler. Çine, Doğançay, Bayındır, Kemalpaşa, Mersin, Çanakkale gibi yerlere gidip bunları topladım.”

Ünsal, kültür evinde yer olan objeleri Tahtacı Alevilerin kullandığını ve toparlamak için epey emek sarf ettiklerini söyledi.

“KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ BEŞİKTE BAŞLAR”

Fotoğraf odası ise geçmişten anıları yaşatmak adına fotoğraflarla nostaljik bir sergi salonu olmuş. Sergi odasının bir duvarı Tahtacı Türkmen Alevilerinin pirlerinin, dedelik yapanların fotoğrafları diğer bir duvarı Tahtacı Tükmen Alevi kültürünü yansıtan gelenek ve görenekleri yansıtan fotoğraflardan oluşuyor. Diğer tarafta ise ilk yerleşim yeri olan Narlıdere’nin fotoğrafları yer alıyor.

Tahtacı geleneği olan çocuk kırklamayı anlatan Ünsal, “Çocuk kırklama çok bilinen ritüel kırk taş vs… Narlıdere Tahtacı Türkmen Alevilerinde kız çocuğu ise yanına erkek çocuğu yatırırız. Onun da ayrı ritüeli vardır, beşiğin altından üstünden geçirilir o beşiği ana bacılar yani ocaktan gelme ocak sorumluları duası talep edilir. Kız ise erkek yatırılır. Bu beşik kertmesi değil bu tek kanatla uçamayacağı yaşamda kadın ve erkeğin bir bütün halinde yaşaması gerektiği inancıyla yapılan bir ritüeldir. Yani eşitlik beşikte başlar.” dedi.

ÇİLEHANE: NEFSİNİ HER TÜRLÜ KÖTÜLÜKLERDEN ARINDIRMA YERİ

“Dört Kapı Kırk Makam bizim öğretimiz ve aynı zamanda buyruğumuzdur” diyen Ünsal, Alevilerde yola girmek isteyenlerin geçmesi gereken aşamaları da şöyle anlattı;

“Her Alevi yola girecek diye bir kural yoktur. Ama ‘ben yola girmek istiyorum’ diyen Aleviler bu aşamaları geçmek durumundadırlar. Kişi önce inanır sonra yolun gereklerini yapmaya başlar. Sonra marifetlerini gösterir. En son kapı hakikat kapısıdır. Şeriat kapsında inanır sonra tarikat kapısında yolun gereklerini yapmaya başlar (Yol oğludur). Marifetlerini gösterir. Sonrasında kişinin atası gök anası yer olur hakikat kapısında. Kişi diyelim ki yola girdi bu aşamaları geçti, marifet ve hakikat kapısı arasında yaşanır çilehane süreci. Pir Sultan, Hacı Bektaş ve Yunus makamında insanlar bu aşamaları geçmişler marifet ve hakikat kapısı arasında yaşamışlar çilehane sürecini.

İnsanı kamil dediğimiz o türap olma halidir. Pirimiz Çilehane’de 40 gün kalıyor. Burası nefsini her türlü kötülüklerden arındırma yeri. Tüm dünya nimetlerinden elini ayağını çekiyorsun ve kendi kendine burada terapiye başlıyorsun. Tasavvufi bir inanç. Ama Alevilikte de yaşanan bir süreç. 40 gün yaptığın ibadet kitap okuyarak, düşünerek, uyuyarak zaman geçiriyorsun. Kırk günün sonunda duyguların ve düşüncelerini mürşitlik makamımıza anlatıyorsun. O sana bir makam veriyor olmuşsun ya da olmamışsın diyor.

Eğer olmamışsa ya pes ediyor ya da 40 gün daha çilesine devam ediyor. Ama eğer olmuşsa 40 gün boyunca giydiği elbiseleri ateşte yakıyor yeniden sıfırdan bir hayata başlıyor. Ama tabi başka bir boyutta başlıyor. O artık hak aşkından topluma geri dönmüş sıradan hacı, hoca mollalardan bahsetmiyorum Yunus’tan Hacı Bektaş’tan ve Pir Sultan makamından bahsediyorum. O toplumu insani değerlerle yoğurabilen bir kişi olarak topluma hizmet etmeye başlıyor.”

Alevilerde yol bir sürek binbirdir. Ama Tahtacı Türkmen Alevileri diğer Anadolu Alevilerinden ayıran en belirgin farklılıkları hakka yürüme erkanı.

“HERKESİN EVİNDE ÖLÜMLÜK YASTIĞI VE YORGANI VARDIR ONUNLA GÖMÜLÜR”

Tahyacı Aleviler yöresel giysileri olan ölümlük ve dirilik kefen diye tarif ettikleri değreleriyle gömülüyor. Öte yandan yine çok sevdiği eşyaları da mezara konuluyor. Tahtacı Alevi olan Ünsal, konuyu şöyle değerlendiriyor:

“Herkesin evinde ölümlük yastığı yorganı vardır. O hiç kullanılmayan yastık ve yorganla gömülür. Baş bağlama geleneğinde gelin nasıl süsleniyorsa çiçeklerle bezeniyorsa aynı o şekilde defnederiz. Kınamızı yakarız. Işık bizde kutsal olduğu için mezarı başında kırk gün ışık yanar. Bu yel bayrağı yine herhangi bir mezarlıkta bunu görürseniz bilin ki bu Türkmen mezarlığıdır. Dağlarda obalar halinde yaşadığımız için mezarlarımzı çakallar kurtlar deşermiş rüzgardan sallandığı zaman mezarlarımızı korurmuş. Bir de mezarın yeni olduğu anlamına gelir. 40 gün kalır sonra kaldırılır. Doğanın her tür rengini simgeler. Erkeklerde ise eskiden Amerikan bayrağından dediğimiz lastikli kontür giydirilirmiş. Eğer yola girmiş musahip olmuşsa beline kemerbesti başına poşusunu bağlarız. Alevilikte ölümden sonra yaşam inancı var. Ama Alevi inancı doğada sürekli döngü halinde var olma inancı. Ten ölür ama can ölesi değildir anlayışı var.

Yıkama kazanımızın içine defne yaprağı koyarız güzel koksun diye. İnsana verilen değer aslında öldükten sonra da devam ediyor. Eskiden cenazelerimiz avlularda bekletilirdi morklarda değil. Bu bekletme halinde de bağlama çalınır cenazenin başında mersiyeler, duaz imamlar, ağıtlar saz yakılırdı. Sabaha kadar o ağıtlarla yas tutarmış insanlar. Hala bu yapılıyor.”

Ünsal son olarak farklı inançları tanımak isteyen herkesi kültür evine beklediklerini ve bu kültür evinin Tahtacı Türkmen Alevileri için değerli olduğunu söyledi.

Semra ACAR/İZMİR 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz