DOSYA: MARAŞ KATLİAMINA GETİREN SÜREÇ – 4

0
243

Maraş Katliamı

4 bölümden oluşan “Maraş Katliamına getiren süreç“ yazı dizisinin son bölümünü Maraş Katliamına dair bazı tespitlerde bulunmak için ayırdım. Bu yazı dizisini son bölümünü ise Maraş Katliamının 40. Yıl dönümüne denk getirmemizde bilinçli bir yaklaşım.

Daha önce ki yazılarda bölgede gerçekleşen katliamlara ve katliam süreçlerine değinmiş hepsi üzerine ayrı tespitlerde bulunuştum. Şimdi ise bölge tarihinden yakın zamanda yaşanan en kanlı, en vahşi katliamlardan biri olan Maraş Katliamına değinmek gerekiyor. Bu katliamla bundan tam 40 yıl önce 19 – 26 Aralık’ta onlarca Kızılbaş, Kürt ve ilerici demokrat insanlar aramızdan hunharca alındı. Dükkanlar, evler, Fabrikalar yağmalandı. İnsanlar topraklarından, yurtlarından edildi ve asimilasyona uğratıldı.

Öyle acılar yaşandı ki insanın dinlemeye takati yetmez. Çocuklar, hamile kadınlar, savunmasız yaşlılar… Maraş bölgesinde en bilinen Ermişlerden Elif Ana’nın kardeşi Cennet anneye yapılanlar… Bunlar bizim ve Kızılbaş toplumunun hafızasından silinmeyecek ve hesabını göremediğimiz acılardır. Maraş’ta katledilen insanların ailelerinin bir kısmı yıllarca kendi mezarlarına dahi gidemedi. O bile çok göründü bu insanlara. Bu katliam tarih sayfalarında en kanlı katliamlardan biri olarak yerini aldı.

1978 Maraş katliamı ne gelmeden önce ki Türkiye’de 1970’li yıllardan itibaren hızla gelişen toplumsal muhalefetin ülkenin dört bir yanında gelişen gençlik hareketi Türkiye’nin her yerinde örgütlenme faaliyetleri hızla devam ediyordu.

O günlerde sendikaların yüz binlerle ifade edilen üye sayılarıyla ülke tarihinde görülmemiş noktaya ulaşılmıştı. Aslında o dönem toplumsal muhalefet egemen anlayış açısından son derece kaygı verici bir düzeye ulaşmıştı.

Dolayısıyla her geçen gün işçi sınıfının talepleri ve örgütlenme faaliyetleri hızla devam ediyordu. fabrikalarda ise sendikalar öncülüğünde yüz binlerin katıldığı grevler yapılıyordu.

Dolaysıyla gelişen toplumsal muhalefetin o günlerde basını da ciddi bir güç haline gelmişlerdi. Yüzlerce gazete ve dergi çıkarılıyor ve her geçen gün de hızla gelişmeye devam ediyordu. Çıkartılan bu yayın organların milyonlara ulaşıyordu.

Ülkenin birçok yerinde gelişen bu muhalefete karşı gerici, faşist, paramiliter güçler devreye sokarak gelişen gençlik hareketinin engellemek istiyorlardı.

Fakat aksine her geçen gün daha da çatışmalı bir ortamın oluşmasına neden oluyordu. Dolayısıyla gelişen bu toplumsal muhalefetin bir şekliyle denetim altına alınması gerektiğini kaçınılmaz olduğunu düşünenler, birçok alternatif yöntem devreye sokmak istiyorlardı. 1970’li yılların başında başlayan toplumsal muhalefetin bastırılması için 1972 yılında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilmesiyle gelişen toplumsal taleplerin bastırılarak hedeflenmiş

Statükonun da devam edilmesi için de büyük bir çaba içerisine girdiler. Ancak bu girişimlerde toplumun değişim taleplerinin engelleme yetmedi. Aksine toplumun kutuplaşarak insanların birbirinden daha da uzaklaşmasına sebep oldu.

Diğer tarafta ise ülkenin dört bir yanında gelişen toplumsal muhalefet karşısında zora düşen o gün ülkeyi yönetenler çözüm yerine ülkeyi daha da zora sokacak ülkeyi adeta cehenneme çevirecek yine bir darbeyle toplumsal muhalefeti bastırmayı hedeflemişlerdi.

Fakat darbelerin toplumların üzerinde derin izleri uzun yılar silinmeyecek hata yaşanacak olan acıların toplumsal bir tramvaya neden olacağı ve bu yaşananlar ileri ki süreçlerde daha da büyük sorunlar olarak karşımıza çıkacağını bilmelerine rağmen bir darbenin yapılabilmesi için de ona uygun bir altyapının da oluşması gerekiyordu.

Darbeye zemin hazırlamak amacıyla MİT’inde parmağının olduğu söylenen başta Malatya da Kürt Kızılbaş ve solculara yönelik katliam girişimi istenen sonuç elde edilmemesi üzerine, 1937-38 Dersim katliamını kendine örnek alanlar, Maraş Katliamı planı devreye sokularak 12 Eylül 1980 faşist darbesinin alt yapısı oluşturmak istendi.

Maraş’ta Kürt Kızılbaşların özelikle hedef alınmaları bilinçli bir tercihti. Dolaysıyla bu katliamla hem ülkedeki yaşayan Kürtlere bir mesaj diğer tarafta ise ülkedeki yaşayan Kızılbaşlara ve Komünistlere de bir uyarı yapmaktı. Böylece bir taşla iki kuş derler ya burada ise bir taşla üç kuş vurmuş oluyordu.

Peki neden Malatya ve Maraş seçilmişti?

Devlet de toplumsal muhalefetin zirve de olduğu bir süreçte Malatya, Maraş ve Çorum’u bilinçli olarak seçmişti. Dersim gibi bir yerde kutuplaşma üzerinden katliam için harekete geçireceği bir toplumsal taban yoktu.

Diğer tarafta ise Kürtleri Diyarbakır’da katledemez. Çünkü orada da o dönemlerde Kürtler’e yönelteceği bir toplumsal taban yok. Ama Maraş’ta Kürtlere, Kızılbaşlara devrimcilere yöneltilebilecek ırkçı, gerici bir zemin vardı.

Dolayısıyla bunu kullanarak hem toplumsal mücadelenin önünü kesmek hem de stratejik arındırma, etnik arındırma, dinsel arındırma sürecini tamamlamak amacıyla Maraş Katliamı gerçekleştirildiğini düşünmek yerinde doğru bir tespit olacaktır.

Geriye dönüp Maraş tarihine baktığımızda daha öncede burada yaşayan, Ermeni varlığından söz edemezsiniz. Maraş’taki Ermeni varlığı bir biçimde yok edilmiş. Fakat tarihe baktığımızda Maraş bir Ermeni kentiydi. Halen Ermeni kilisesi var, ama bunların Ermenilere ait olduğunu gösteren hiçbir şey yok. Çünkü asimilasyon politikası hep devrede olduğu için orada ki kiliseler camiye çevrilmiş. Bunlarda bir kaç örnek vermek gerekirse Osmaniye – Maraş arasında kalan Gavurdağı olarak bilinen dağın ismi Nur dağı olarak, Elbistan’ın Gavurveren köyün de ismi Türkveren olarak değiştirilmesi. Dolaysıyla bu coğrafya da Kürt Kızılbaşlara yönelik katliam sadece Cumhuriyet döneminde değil Osmanlı döneminde de katliam ve katliam girişimlerine maruz kalmıştı.

Bununla ilgili ise daha önceki yazılarımda dile getirmiştim.

Dolayısıyla 1978 Malatya ve Maraş katliamı ile özellikle bu bölgenin demografik yapısı da değiştirmek istenmişti. Zaten yazı dizisinin önceki bölümlerinde bunlara değinmiştik.

Dönüp Maraş tarihine baktığımızda Osmanlı döneminde Ermenilerin, Süryanilerin, Kürtlerin, Alevilerin, tabi Türklerin çok dilli, çok dinli bir siyasal yapısının, sosyolojik yapısının olduğu ve kimsenin de birbiriyle kavga etmediği bir yapı söz konusuydu. Tabi ki bu sistemden kaynaklı değil tamamen Halkların tutumu ile alakalıydı.

Ama bugün Dönüp Maraş’ın sosyolojik yapısına bakarsak yukarıda bahsi geçen halklarda ve kültürlerde bahsetmek söz konusu bile değil çünkü katliam ve baskılar sonucu bir çok insan yaşadıkları yerleri terk etmek durumunda kalmışlardı.

Katliamdan sonra Maraş’ta özellikle Kürt Kızılbaşların birçoğunun başka şehirlere ve yurt dışına göç etikleri herkes tarafından bilinen bir gerçekliktir.

Katliamda sonra özellikle Pazarcık, Elbistan bölgesi adeta boşaldı. Bu da şunu gösteriyordu: Maraş katliamı bir tarafta 1980 darbesinin altyapısını oluşturmak olsa da diğer tarafta ise Maraş coğrafyasının demografik yapısının değiştirilmesi yarım kalan asimilasyonu tamamlamaktı.

12 Eylül darbesinden sonra özellikle Kürtlerin yaşadığı coğrafya ve Alevilerin yaşadığı coğrafyalar birçoğunun ismi değiştirildi. Bırakın insanların isimlerini, dağların, taşların, nehirlerin, köylerin ve tüm yerleşim alanları isimleri değiştirildi.

Bu da bir başka katliamın boyutuydu. Eksik kalan asimilasyonun tamamlanması hedeflenmişti.

Suriye’de yaşanan iç savaşta dolayı yerini yurdunu terk edip kaçmak zorunda kalan Kürtler, Araplar kısaca Suriye’de yaşayan birçok insan… Savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmıştır. Elbette ki son derece insanı bir davranıştı. Bizim bu insanlara sahip çıkmamız ve bunları kol kanat germemiz gerekiyor.

Çünkü yine Emperyalist güçlerin Ortadoğu üzerinde oynamış oldukları oyunların sonucu dünyanın birçok yerine da aldıkları gibi ülkemizde de sığınan mülteciler oldu. Biz Maraş’lılar mülteciliğin ne demek olduğunu en iyi bilenlerdeniz.

Fakat AKP özellikle Maraş’ın Pazarcık ilçesine mülteci yerleştirmesi Maraş katliamının bir devamı niteliğindeydi. Biz bu insanlara karşı değil sistemin o bölge üzerinde ki politikalarına karşı çıkıyoruz. Bugün Terolar köyüne kurulan kamp Truva atından farksızdır. Bu kampın içinde 27000 kişi yerleştirilmiştir. 24 Haziran seçimlerinde Maraş bölgesinde seçim çalışmaları izleme gittiğimde gördüğüm tablo içler acısıydı. Kampın içerisindeki Suriyeliler artık yavaş yavaş Maraş’ın birçok yerine yerleşmeye başlamış ve işyerleri açmışlardı. Bu da şunu gösteriyor ki önümüzdeki süreçte tıpkı bugün Maraş’ta ermenilerin ve suryanilerin olmadığında söz ediyorsa yarın da Maraş’ta Kürt Kızılbaşların oladiğında söz edebiliriz. Çünkü her geçen gün nüfus olarak azalan Kürt Kızılbaş nüfusuna karşı dışarıdan getirip yerleştirilen, Sünni Araplar’da tehlike arz ediyor. Aslında demokrasiden hukuktan adaletten özgürlükten eşitlikten yana olan ve tüm renklerin varlıklarını sürdürebileceğini savunan herkesi Maraş’ın demografik yapısının korunmasını yardımcı olmalarını davet ediyorum.

Maraş Katliamının 40. yılı nedeniyle, hazırladığımız yazı dizisinin son bölümüne gelirken, Çorum’da gerçekleşen katliamında bu anlatılanlardan bağımsız olmadığını belirtmek isterim.

Biz Aleviler Maraş Katliamının hesabını görmedik. Kana karşılık kan istemiyoruz. Tarihimizde de böyle bir durum söz konusu değildir. Eğer Maraş’da yaşayan Sünni kesim yapılan bu katliamın hesabını vermek ve yüzleşmek istiyorsa Maraş’ın göbeğine bir anıt dikmemize izin vermelidirler ve bunun önünü açmalıdırlar. Biz kana karşı taş istiyoruz. Maraş’ın göbeğine dikilecek utanç anıtı bizim acılarımızı bir nevi hafifletecektir.

Saygılarımla…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz