Aziz Tunç yazdı: AKP’nin ve Erdoğan’ın Atatürkçülügü

0
264

Yazar Aziz Tunç Erdoğan ve Kemalizm üzerine yazdığı yazısında  “Kürtlerin, Alevilerin ve tüm ezilenlerin demokrasi mücadelesinin karşısında, bu iki güç hep aynı davranmışlardır. Erdoğan ne kadar Atatürkçüyse, Kemalistlerde o kadar İslamcı olmuşlardır” diyor.

İşte o yazı: 

Kemalizm’le İslami gericilik, egemenlerin iki farklı kliğini temsil etmektedirler. Onun için iki farklı siyasal programa tekabül etmektedirler. Yani Kemalizm farklı, gerici İslam farklı, siyasal
projelerdir. Böyle olduğu içindir ki tarihsel olarak da bugün de farklı partilerden örgütlenmektedirler.

Ancak bu iki siyasal hat, en nihayetinde egemen güçler içindeki grupların politik programlarını ifade etmektedirler. Aralarında hiç ittifak olmayacak, biri, bir diğeriyle ortak iş yapmayacak anlamında bir karşıtlık söz konusu değildir. Tam tersine bu siyasal yapılar, özgürlük ve demokrasi mücadelelerine ve halkların, ezilenlerin hak taleplerine karşı izledikleri baskıcı politikalarda, her zaman ve hemen ortaklaşabilmektedirler. Kemalizm’le Erdoğan arasındaki ilişkilere öncelikle bu gerçek üzerinde bakmak gerekir.

Bugün gündem olan Erdoğan’ın Atatürkçülüğü, Türk devletinin oluşum sürecinde gizlidir. O dönemin sosyal dokusu ve siyasal gelişmeleri incelendiğinde, Erdoğan’ın neden ve nasıl Atatürkçü olduğunu anlamak, mümkün olacaktır.

1900’lü yıllarda Anadolu ve Kürdistan, farklı halkların ve inançların yaşadığı bir coğrafyaydı. Bu yıllarda, bütün dünyada olduğu gibi,
Anadolu ve Kürdistan halkları da 17. Ekim devriminden etkilenmişlerdi. Bununla birlikte bir çok siyasal gelişmesinden dolayı, Anadolu ve Kürdistan halkları, Osmanlı devletine ve bu devletin dayandığı İslam’ı gericiliğe karşı önemli bir tepki mayalanmıştı.

O dönem 11 milyon nüfusu olan bu coğrafyada, Kürdistan, Kürtlerin vatanıydı ve doğal olarak, nüfusun kahır ekseriyeti Kürtlerden oluşmaktaydı. Kürtlerin dışında çok önemli bir Ermeni nüfus yaşamaktaydı. İstanbul, Karadeniz ve Ege tarafları, Rumların ve çok sayıda farklı hakların yaşadığı bölgelerdi.

1915- 1922 yılları arasında Ermeniler, Süryaniler ve Rumlar soykırımla yok edildiler. Bu soykırımı, Osmanlı devletini yöneten ve Kemalistlerin öncelleri olan İTF, gerçekleştirmişti.

İTF, padişah ve padişahlıkla sorun yaşıyordu, ancak bu durum, onların siyasal İslam’dan uzaklaştıkları anlamına gelmiyordu. İTF kadroları, Mustafa Kemal’de dahil, bir bütün olarak en az padişah kadar Müslümanlardı. Bunların hiçbirisi gerici İslam’a karşı değillerdi.
Devleti yöneten bu katiller sürüsü, Ermeni ve gayri Müslümlerin soykırımını İslam aşkıyla yapmışlardı. Ermenilerin, Süryanilerin ve
Rumların mallarına, topraklarına, evlerine el koyan ve zenginliklerini gasp edenlerin tamamı, Müslümanlardı. Ne o gün, ne de bugün, bu soykırımı lanetleyen bir Müslüman olmadı.

1917 Ekim devriminin yarattığı büyük heyecanı örgütlemeye çalışan, komünistler, TKP’yi kurarak Anadolu ve Kürdistan’da mücadele etmek istemişlerdi. Bu amaçla 1920’de, Mustafa Suphi ve yoldaşları, Anadolu’ya gelmişlerdi. 15 yürekli ve güzel insan, alçak ve vahşi bir tuzakla katledildiler Komünistler katledilirken de Kemalistler, İslamcılarla birlikteydiler.

1920- 1925 yılları arasında, aralıklarla devam eden Kürt isyanlarının katliamlarla bastırılmasında, İslamcılar, Kemalistlerin karşısında mıydılar? O dönem Türk parlamentosunda bulunan bütün İslamcı parlamenterler, bu katliamların en hararetli savunucularıydılar. Hiçbir Müslüman politikacı, yazar ve aydın, Kürtlerin yanında yer almadı.

1937- 38’de Aleviler, Dersim’de, vahşetle katledilirken, Munzur kan akarken, İslamcıların, Kemalistlere ‘bunu yapmayın’ dedikleri
duyulmadı. (N. F. Kısakürek’in şiiri istisna) Türk devleti bu katliamları yaparak kendi diktatörlüğünü sağlamlaştırırken, politik
İslamcılar, Kemalistlerle birlikteydiler.

Buna rağmen İslamcılar, çeşitli konularda farklılıklar taşıyor ve bu farklılıklardan dolayı Mustafa Kemal’den ayrılıyorlardı. Bu
farklılıklar, daha çok gerici İslamcı kadroların devlet içindeki gücünü kaybetmiş olmasından kaynaklanıyordu ve söz konusu İslamcı kadrolar, kendi statülerini ele geçirmek için Mustafa Kemal’e muhalefet ediyorlardı.

Atatürk’ün ‘gerici İslam’ın düşmanı’ olduğuna dair geliştirilen varsayım ise daha çok apolitik yaklaşımların sonucunda ortaya
çıkmıştır. Atatürk’ün Lenin’le ve Sovyetlerle kurduğu ilişki, nasıl ki Atatürk’ü komünist yapmamışsa, aynı şekilde Atatürk’ün bazı
konularda gerici İslamcılarla farklı düşünmesi onu İslam karşıtı yapmamıştır.

Atatürk’ün İslamcılarla yaşadığı bazı çelişkiler, Sovyetlerle pragmatik amaçlarla kurulan ilişki ve bu ilişkiye Türkiyeli sosyalistlerin biçtiği anlam, Atatürk’ün ‘gerici İslam’ın düşmanı’
olduğu şeklinde tanımlanmasına yol açmıştır. Bu tez, özellikle 1960’lardan sonra yaşanan toplumsal/siyasal gelişmelerden hareketle, Atatürk’e sol cenahtan bakanlardan bazılarının geliştirdiği, gerçekliği olmayan, iğreti bir yakıştırmadır.

Bu durum gerici İslamcıların ve ırkçıların solculuk üzerinden Mustafa Kemal’e duydukları düşmanlığı büyütmüştür. Lakin toplumda ortaya çıkan bu karşıtlığın, devlet katında karşılığı yoktu. Devlet içinde, Kemalistlerle İslamcılar yine birlikteydiler. İki devrimci öğrencinin katledildiği ‘Kanlı Pazar’ diye bilinen katliamcı saldırıyı, gerici İslamcılar, Kemalist devlet güçleriyle birlikte gerçekleştirmişlerdi. Bu saldırının başında, bugünün meclis başkanı İsmail Kahraman bulunuyordu.

Kemalizm, bu yıllarda, esas olarak halklara karşı devletin çıkarları için, İslamcılarla ittifak halindeydi. Bu ittifakta Kemalistler belirleyen güçtü. Bu durumu bir avantaj olarak kullanmışlar ve İslamcılara karşı hoyrat davranmışlar, bazı taleplerini bastırmışlardır. Kemalistlerin diktatöryal özelliklerine karşı
İslamcıların tutum alışları sert olmuştur. Ortaya sanki düşman oldukları gibi bir izlenim çıkmıştır. İslamcıların Kemalistlere karşı
düşmanlık duyguları beslemelerinin temel nedeni budur. Yoksa Atatürk gibi son derce pragmatik bir politik/askeri kişiliğin İslam’la
çatışmasını beklemek genel gelişmeye de uygun değildir.

Bu nedenle, Kemalistler, şeriata ve padişahlığa karşı savaşır görünürken, gerici İslamcılığı iktidar aracı olarak değerlendirmekten geri durmamışlardır. Dolayısıyla Kemalistlerle İslamcılar arsında stratejik bir ittifak bulunmaktadır. Bu ittifak, devletin bekası için Kürtlere, Alevilere ve demokratik gelişmelere karşı kurulmuş bir ittifaktır. Bu ittifak bugünde devam etmektedir.

Bu ittifakın belirleyici gücü, 1950’ye kadar Kemalistlerdi, bugün Erdoğan’dır. Dün Mustafa Kemal, Diyanet İşleri Başkanlığını kurarken nasıl dindar olmadıysa, bugüne de Erdoğan, Atatürk’e sahip çıkarak Atatürkçü olmuyor. Erdoğan belirleyen güç olmaktan doğan, elinin altındaki avantajları, iktidarı için kullanıyor. Bütün yaptığı budur.

Bugünün koşullarında, Kemalistlerin eşit koşullarda pazarlık yaparak tutum belirlemesi kolay ve mümkün değildir. 1923- 1950 yılları arasında belirleyici güç idiler, ancak o günden bugüne uzunca bir süredir tek başına iktidar olamadılar. Dolayısıyla herhangi bir belirleyicilikleri ve pazarlık güçleri söz konusu değildir.

Kemalistlerle gerici İslamcılar arasındaki tarihsel ittifak, güncellenirken, her iki taraf, değişik düzeylerde tavizler vermek
durumunda kalmıştır. Ancak en büyük tavizi, doğal olarak, belirleyici konumda olmayan Kemalistler vermişlerdir. Artık Kemalistleri eskiden sahip oldukları güç ve muktedirlik içinde görmek mümkün değildir.
Günümüzün Kemalistleri, varlıklarını devam ettirebilmek için gerici İslamcıların iktidarını kabul etmek zorunda olduklarına ikna olmuş
bulunuyorlar. Zaten uzunca bir süredir Kemalistlerin iradi bir özellikleri bulunmamaktadır. Bu durum ve 15. Temmuz’da ‘erken doğuma zorlanmış darbe’nin yarattığı gelişmelerden sonra, Kemalistler, Erdoğan’a mahkûm ve esir durumundadırlar.

Bu gelişmelerden ganimet devşirmek isteyen Erdoğan, gerici İslam’ı cumhuriyeti ve halifeliği ilan etmekten ısrarcıdır ve bunu da Kemalistlere kabul ettirecektir. Kemalistler, Kürtlerin iradesizleştirildiği, Alevilerin yok edildiği, demokrasi mücadelesinin
bastırıldığı ve coğrafi olarak büyütülmüş olan Türkiye’ye karşı İslamcı-Osmanlı imparatorluğunu kabul edeceklerdir. Dolayısıyla
Kemalistlerle iş birliği, halifeliğin getirilmesine ve yeni Osmanlının tesis edilmesine karşıt bir durum değildir. İkisi birden olabilir.

O nedenle Erdoğan’ın Atatürkçülüğünden hiç bir gariplik yok. Asıl garip olan Erdoğan’la Atatürkçülüğün ortaklıklarının halen
bilinmezlikten gelinmesi ve bu ortaklığın şaşkınlıkla karşılanmasıdır.

Zaten Erdoğan, kendi siyasal amaçlarına uygun bir Atatürk formüle etmektedir. Bütün yaptığı Atatürk adına karşı basitleştirilmiş bir alerjiyle hareket etmemesi, politik ihtiyaçlarına uygun davranmasıdır. Kürtlerin, Alevilerin ve tüm ezilenlerin demokrasi mücadelesinin karşısında, bu iki güç hep aynı davranmışlardır. Erdoğan ne kadar Atatürkçüyse, Kemalistlerde o kadar İslamcı olmuşlardır.

Her ikisi de son dem’lerinin arayışlarını yaşıyorlar. Hepsi birden de gelseler, tek tek de gelseler, kurtulamayacaklar!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz