Mustafa Ağabey…

0
330

MEHMET YÜKSEL

1960’lı yıllar. Ülke bütün dünya ile birlikte siyasi mücadelelerle, devrimci demokrat eksenli kurtuluş mücadeleleri ile ve hak arayışlarıyla çalkalanıyor.

Alevi köylerinde şehirlere hem iş, hem de eğitim amaçlı göçler yaşanıyor. Üniversiteler ilk mezunlarını veriyor. Avukat, doktor, mühendis ve öğretmenlerimiz oluyor. Bir yandan okurken, aynı zamanda siyaset, Türk solu ve devrimci mücadele ile tanışan bu idealist “ağabeylerimiz” ilk etapta doğal olarak memleketlerine, toplumlarına dönüp mesleklerine ve toplumu aydınlatma çabalarına devam ediyorlar. Çünkü hem en iyi bildiği ve henüz bir arada olan dünyası orası, hem devrim aileden, toplumdan ve aşiretten başlar.

Ancak aynı günler dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük çalkantıların, hızlı değişim dönüşümlerin ve alt üst oluşların yaşandığı günler. Başta bütün dünya devrimcilerine ilham kaynağı olan gerilla hareketli Latin Amerika devrimleri, Asya, Afrika ve Orta Doğu’da peşpeşe gelen devrimler, askeri darbeler ve karşı devrimler süreci… Doğu – Batı blokları ve Nato – Varşova paktları arasında iki kutuba ayrılan dünya ve uzun yıllar süren soğuk savaş dönemi.

Tercihini Batı ve NATO eksenli yapan Türkiye Cumhuriyeti doğal olarak, dünyada ve özellikle önemli enerji kaynaklarına sahip Asya ve Orta Doğu’daki sol mücadeleye ve “komünizm tehlikesine” karşı, ABD’nin bölgeyi tahkim ve düzenleme çalışmalarıyla iç müdahalelerine açık hale getirildi. Sonuç olarak NATO kanalıyla örgütlenen askeri darbeler, sol ve aydın kıyımı ve sağa – faşizme savurulması dönemi başladı/başlatıldı ve günümüzde de İslami sosla bu durum devam ettirilmektedir.

İşte bu dönemde köyümüzün, toplumumuzun, ailemizin ilk okuyan kuşağından birisidir Mustafa Abi. Yani Mustafa Öğretmen ya da daha sonraki deyişle Mustafa Hoca. Köyümüzün ve Ocağımızın (Sinemilli Ocağı) önemli olduğu kadar nüktedan, hoş sohbet ve sevilen sayılan dedelerinden rahmetli Rıza i Husen ile İsmihan Ana’nın (İmme) 4 kız 3 erkek evladından biri.

Kantarma’nın henüz taş toprak ve samandan yapılan kerpiç danlarının arasındaki tek beton ve priket binası olan okul binamızda, benden önceki abi ve ablalarımıza 70’li yılların başında ders vermeye başladı. Eminim ki kendisinden önce ve beraber ders veren ve gerektiğinde “kemik kırarcasına ders veren” Türk ve Sünni öğretmenlerin aksine, hepsi kendi aşireti ve akrabaları olan çocukları eğitirken yüreği bir başka titrerdi. Ayrıca da o dönem inanılarak söylenen ve bir hakikatı olan “eti senin kemiği bizim” cümlesine uygun emanet edilen çocukları çok sevdiğini hepimiz biliyorduk/biliyoruz…

Toplumu henüz bir arada güçlü ve hissedilir bir şekilde tutan bu sevgi ve muhabbet bağlarının sosyal ilişkilerimizde hakim olduğu bu dönemde, Mustafa Hoca ülkenin ve dünyanın ezilen halklarının yaşamlarına bigane kalamayan her aydın gibi, sol ve devrimci mücadelenin içinde de örgütlü bir şekilde yer aldı, mücadele yürüttü. 70’lerin başından itibaren Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) ile başlayan siyasi mücadelesini bunun yanı sıra meslek örgütü olan dönemin etkin sendika hareketi TÖB-DER’de de yönetici olarak sürdürdü.

1970’ler ve 80’ler aynı zamanda mahkeme, yargı ve hapis hayatıyla da tanışma dönemi oldu. Özellikle 1980 Askeri Cunta döneminde, bütün diğer devrimci ve ilericilerle birlikte çok

yoğun ve uzun süreli işkence ve hapis cezalarına çarptırıldı. 1990’lı yıllara kadar ya içerde ya da kaçak pozisyonda olduğu ve çoğunlukla ailesine ve tek kızı Xazal’ına hasret bir yaşamı oldu. 1980’lerin ortasına doğru, hala daha askeri diktatörlüğün yoğun baskı ve insan hakları ihlalleri altında insanların korkuyla yaşadığı dönemde, yine aranıyorken dayısı olan rahmetli babam Mehmet Mustafa Dede’nin alıp evinde sakladığı bir kaç aylık bir dönemde birlikte olma, paylaşma ve kendisini en çok o zaman yakından tanıma şansım oldu. Yayıncılığın ve basının o zamanki merkezi olan Cağaloğlu’nda, onun referansı ve önermesiyle Belge ve Alan yayınlarının ve Cem-May Kitap Dağıtım firmasının sahibi olan Ayşe – Ragıp Zarakolu çiftiyle tanıştım ve bir dönem Cem-May’da çalıştım. Hayatımın en renkli dönemlerinden biriydi çünkü rahmetli Aziz Nesin Cem-May Dağıtım’ın hem kurucularından ve hem de hala ortaklarındandı ve kendisini ilk kez orada canlı olarak tanımış olma şansına eriştim. Yaşar Kemal, Vedat Türkali başta olmak üzere bir çok yazar, çizer ve şairle de bu sayede ve sonraki süreçte karşılaşma mutluluğunu da yaşadım.

1990’larla birlikte hayatında yeni bir dönem oldu. Bir çok diğer devrimci ve siyasi gibi zorunlu ve zorlu göç, gurbet ve mültecilik yılları. Her biri ayrı birer film veya roman konusu olabilecek binlerce maceralı ve tehlikeli bir yolculuğun ardından Almanya’da siyasi mülteci olarak uzun yıllar ülkesine dönemediği yeni bir yaşam kurmaya çalıştı. Bu dönem boyunca da daha çok ben yurt dışına gittiğim zamanlarda yaşadığı Köln’de yanında kalarak görüşmemiz devam etti. Bana yine hep yardımcı olarak ve imkanlarınca ağırlayarak.

2010’lu yıllardan itibaren ilişkimiz başka bir boyuta geldi. Özellikle 2012’den itibaren Alevilerin özgür ve özgün sesi olması için yoğun çaba harcadığımız TV 10 televizyon kanalı çalışmalarımızda, Köln’de stüdyomuzdan kendisine program yapması teklifi geldiğinde çok heyecenlanmıştı. Bunu benimle telefonda paylaştığında ilk defa ben ona manen ve duygusal olarak destek vermeye çalışmış ve bundan da ayrı bir heyecan duymuştum. Kendisi televizyon gibi bir ortamda ve kamera önünde olmanın yarattığı heyecanın ötesinde, ayrıca temsil ettiği Kantarma – Sinemilli Ocağı mensubiyetinin verdiği bir ağırlık ve toplumdaki buna uygun beklentinin büyüklüğünün getirdiği bir ürküntü hissediyordu sanırım. Çünkü hepimiz bunu yaşıyorduk ve bu aynı zamanda büyük de bir sorumluluktu.

Mustafa abi doğal olarak doğrusunu, iyisini, güzelini ve faydalısını yapma gereğinin yarattığı heyecanla başa çıkmaya çalışıp duygularını paylaşırken, ben de çiçeği burnunda yeni yetme bir “televizyoncu” olarak Mustafa Ağabey’i hem cesaretlendirmeye çalışıyor, hem de tavsiyede bulunuyordum. İtiraf edeyim ki içten içe de ilk kez bugüne kadar bize yardım eden büyüklerimize bizim moral yönünden de olsa yardımcı olabilme duygusunun yarattığı keyfi yaşıyordum.

Sonraki yıllar boyunca Mustafa Ağabey, TV 10’da hazırlayıp yayınladığı “Yol Erkân” programında ele aldığı konular ve programa aldığı konuklarıyla günümüz Alevi inancı ve toplumuna dair önemli bir çalışma yürüttü. Bir çok konu gelenek ve günümüz penceresinden tartışıldı ve önemli bir kayıt, arşiv ve belge yaratıldı.

Yakın zamana kadar hazırladığı programını hem TV 10’un AKP Hükümeti tarafından kapatılması, hem de sağlık durumundan dolayı ara vermek zorunda kaldı. Bundan sonrası benim için yazmanın en zor olduğu kısım. Çünkü Mustafa Ağabey son bir yıldır adını anmaya korktuğumuz ama maalesef hayatımızın bir gerçeği ve parçası olan meşum hastalıkla mücadele ediyor.

Bütün ömrü mücadele ve davasına inanmayla geçen Mustafa Ağabey sonuna kadar bununla da mücadele edecek. Biz de kendisinin tez zamanda iyi haberlerini almayı umutla bekleyeceğiz.

Halkların ve insanlığın ortak ve insanca yaşamı için verdiğin emeklerin var olsun Mustafa Ağabey.

Hakk hep yar ve yardımcın olsun.

Her programında adını zikrettiğin Hakk erenler elini tutsun.

Xızır yoldaşın olsun.

Kantarma pirleri ve erenleri yolunu aydınlatsın.

Şefaatleri ve himmetleri üzerinde olsun.

Sevgiyle, muhabbetle ve aşkla kalasın…

(kaynak: alevinet.com)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz