Aziz Tunç: Acılarımızı karamsarlık değil, zafer gerekçesi yapacağız

0
332

Aziz Tunç Alevinet.com’a yazdığı köşesinde 10 Ekim katliamından 18 Ekim Dilek Doğan’ın vurulmasına varan o süreci köşesine taşıdı. Tunç, “Ankara katliamından bir hafta sonra, 18 Ekim’de, henüz katliamın acıları yürek yakarken, İstanbul’da bir yargısız infaz yapıldı. Dilek Doğan, Afşin’in Serkizçayırı köyündeydi. Yıllar önce ailesi İstanbul’a göçmüş, Küçük Armutluda bir gecekonduda yaşamlarını sürdürüyorlardı. Zulmün ve direnişin her çeşidini yaşamıştı Serkizçayırlılar. Hiçbir direnişin de hiçbir zulüm türünün de yabancısı değillerdi” diyor.

10 EKİM KATLİAMI UNUTULMAYACAKTIR

10 Ekim 2015 katliamı, Türkiye siyasal tarihinin özgün bir döneminden yaşanmış bir katliamdır. 10. Ekim’den kısa süre önce, 7. Haziran. 2015’te yapılan seçimlerde, egemen Türk siyaseti, tarihinin en büyük şokunu yaşadı. Türk devletinin ve Erdoğan’ın hiç arzu etmediği, ama önleyemeye de gücünün yetmediği, tarihi önemde bir sonuç ortaya çıkmıştı, 7. Haziran seçimlerinde. Türkiye ve Kürdistan halklarının özgürlük yürüyüşünde büyük bir kazanım elde edilmişti.
Bu seçimlerde 80 can, 80 özgürlük savaşçısı, 80 hayatını halkların direnişine adamış halkın vekili girmişti Türk devletinin parlamentosuna. Bunun anlamı çok büyük, etkisi çok sarsıcıydı. Hele
AKP’nin tek başına hükümet olacak kadar yeter sayıyı parlamentoya gönderememesi, sistemin bütün beyin damarlarını felç etmişti. Çünkü ortaya çıkan tablonun sonucu düzenin temel kurumlarının üst düzey yöneticilerinin, yani devletin asıl sahiplerinin uykularını kaçırmıştı. Bu sonuçlara göre, HDP, yani o gökkuşağı rengini oluşturanlar, yani o özgürlük sevdalıları, ya hükümet ortağı veya ana muhalefet partisi olacaklardı. Her iki durumdan da özgür ve demokratik Türkiye’nin inşa edilmesi, zulmün ve zorbalığın, sömürü ve yoksulluğun saltanatının son bulması, daha mümkün ve daha kolay olacak, en azında bugün yaşanan savaş olmayacaktı.

İşte bunu gören AKP ve sistemin diğer parti ve kurumları, elbirliğiyle HDP’nin şahsında ortaya çıkmış olan bu özgürlük gücünü boğmaya, esen demokrasi rüzgarının önüne kesmeye yöneldiler. 10. Ekim
Ankara katliamı, bu nedenle ve devletin İŞİD katilleriyle yaptığı iş birliği sonucunda gerçekleştirilmiş bir katliamdır.

Zaten bu katiller çetesi, Türkiye ve Kürdistan halklarına 7. Haziran zaferinden sonra, sayısız saldırılar ve katliamlar yaşatmıştı. Halkların özgürlük halayları, kana bulanmış. Gencecik insanların
yaşamın coşkularını, devrim ve özgürlük şarkılarına yansıttıkları Suruç, 33 gencimizin kanıyla sulanmıştı. İktidarlarını korumanın derdiyle deliye dönmüş Türk devletinin yöneticileri Türkiye’nin ve Kürdistan’ın dört bir yanını kan gölüne çeviriyorlardı.

Bugün olan bitenler, Ankara katliamının içinde olduğu bir dizi katliam ve saldırıyla yaratılan sonucun ürünüdürler. O dönemden sonra Erdoğan’ın ve Türk devletinin izlediği katliamcı politikalar,
bugünlerin zeminini yaratmıştır.

10 Ekim Ankara katliamı, bütün Türkiye’nin ve Kürdistan’ın katliam alanı olmasına yol açmıştır. Birçok şehir ve kasaba, katledilen yoldaşlarının ağıtlarıyla dillenmiş, katliama ve katliamcılara duyulan öfkeyle sarsılmıştı.

Bu katliam alanlarından birisi de Maraş’tı. Maraş zaten katliamların acısını çok derinde yaşamış bir şehirdi. Bundan dolayı, katliam duyulur duyulmaz bütün Maraş’ın demokratik kamuoyu kulak kesilmişti. Maraş’tan, Elbistan’dan ve Pazarcık’tan mitinge katliam Maraş halkının değerli evlatları ve yöneticileri bulunuyordu.

Ali Deniz Uzatmaz, Pazarcıklı, emekçi bir gençti. Antep’te yaşıyor, hayata devrimci umutlarla bakıyordu. EMEK GENÇLİĞİNDE, özgürlük ve sömürüsüz bir dünya için mücadele eden Ali Deniz, Antep’te yaşanan bütün etkinliklere katılıyor, destek sunuyordu. Barış mitingine gitmek, hem devrim için yapılması gereken bir görev, hem de gençliğin özgürlük tutkusunun yaşandığı, güzel ve tatlı heyecandı. Ali Deniz, devrime karşı görevini yaptı, ama memleketi Pazarcık’a, Ali Deniz’in acısı ve cansız bedeni geldi. Pazarcık’ın Ömerli köyünde, devrimci bir biçimde, marşlar ve sloganlarla, ama kahreden acılarla, kaldırıldı Ali Deniz’in cenazesi.

Seyhan Yaylagül’ün adı duyuldu, ilk olarak, Elbistan’da. Sonra Ebru Mavi’nin adı dolaştı kulaklarda.

Seyhan, Elbistan’ın Malatya Caddesinde tanıyan herkesi pozitif etkileyen bir insandı. Herkesin değer verdiği, saygı duyduğu, kibri olmayan, çocuklarını, eşini ve geleceğini düşünen, ancak politik
gelişmelere karşı da oldukça duyarlı olan bir kadındı. Eşi, Kürecikli, Eğitim-Sen’li, devrime ve özgürlüğe sevdalı olan bir eğitim emekçisiydi. Iki gencin annesi, Alevi Kürt emekçi bir kadın olan
Seyhan, HDP’liydi. HDP’nin seçim çalışmalarını destekliyor, elinden geleni yapmaya çalışıyordu.

Barış mücadelesine katkı sunmak, zulme dur demek isteyen Seyhan, Elbistan’da arkadaşlarıyla birlikte Ankara mitingine gitmek üzere yola çıktılar. Ve Seyhan dönemedi. Parçalanmış bedeni, yarına bırakılmış işleri, yarım kalmış hayalleri ve yüreklere oturan tarifi imkânsız acıları döndü, Seyhan’ın hayat ve umut dolu göz ışıltılarının yerine. Malatya caddesi, Saray Kent, tüm Elbistan, yasını, acısını ve öfkesini büyüterek Seyhan’ı bağrına bastı.

Ebru Mavi, Elbistan’ın Tapkıran köyündendi. Ailesi, yetmişli yıllarda yaşanan devrimci mücadeleye katkı sunmuş bir köydendi. Zaten o köyde her evin kapısından mutlaka bir özgürlük ve devrim sevdalısı içeri adımını atmıştır. O nedenle Tapkıran ve çevre köyler, devletinin zorbalığını ve zulmünü çok çekmişlerdir. Belki de bu nedenle Ebru’nun amcası Antalya/Alanya’ya göçmüş, orada HDP yöneticiliği yapmaktaydı. Üniversitede okuyan Ebru’da, duyarlı, henüz yirmi yaşında bir genç olarak mitinge gitmişti. Ebru, Ankara barış mitingine giderken, yüreği yerinde fırlayacakmış gibi atıyordu. Henüz bu kadar kalabalığı bir arada görmemiş, böyle bir kalabalığın içinde biri olmamıştı.Heyecanlıydı. Heyecanı yüzüne yansımış, etrafına sevgi dolu gülücükler dağıtıyordu.

Ebru!… Ailesinin, sevenlerinin, tanıdıklarının, umudu, heyecanı, sevinci Ebru. Ebru’nun gençliği, umutları, heyecanları, bir güvercin donunda uçtu kayboldu bir katilin elinde. Ebru’nun sevincini, mutluluğunu umudunu elinde alan aşağılık katiller, unutulmaz bir acı yaşattılar tüm sevenlerine. Ebru’nun düğününü, devrime ve özgürlüğe adadılar, Tapkıran köyünün kadınları. Yakınlarının ağıtları, göğe yükselen figanları, dökülen gözyaşları, bütün acılar, özgürlüğe inancı zulme isyanı büyüttü.

Elbistan Yenisöğütlüydü bir yanı. Malatya’da, hani güya devletin gazabında korunmak için, CHP gençlik kollarında politika yapıyordu. Bir genç olarak geleceğe dair kaygıları, kuşkuları vardı.
Arkadaşlarıyla birlikte katılmışlardı barış mitingine. Arkadaşlarıyla birlikte katledildiler. Henüz hayatının baharındaydı oysa. Elbistan’ının katliam acılarına bir genç kadının daha ölüm acısı
eklendi. Acıları büyüdükçe öfkelerini de büyüttü Alhaslılar, Kürecikliller, Sinemilliler ve tüm Maraş halkları.

Ankara katliamından bir hafta sonra, 18. Ekim’de, henüz katliamın acıları yürek yakarken, İstanbul’da bir yargısız infaz yapıldı. Dilek Doğan, Afşin’in Serkizçayırı köyündeydi. Yıllar önce ailesi İstanbul’a göçmüş, Küçük Armutluda bir gecekonduda yaşamlarını sürdürüyorlardı. Zulmün ve direnişin her çeşidini yaşamıştı Serkizçayırlılar. Hiçbir direnişin de hiçbir zülüm türünün de yabancısı değillerdi.

Bu defa zülüm farklı bir biçimde geldi. Evleri basılan Dilek, kapıyı açar açmaz, Türk devletinin paralı katillerinin silahlarıyla karşılaştı. Yargısız infaza, öldürmeye gelmişlerdi, kan içeceklerdi. Hedefleri de Dilek’lerin ailesiydi ‘Ne oluyor’ diye sormaya kalmadan, silahlar, ölüm kustu. Dilek’in gencecik körpe bedenini parçaladı zulmün kurşunları… Evlerinin ortasına cansız bedeni düştü Dilek’in!…Annesinin, babasının, abisinin gözleri önünde işlendi bu taammüden cinayet… bir evin nazlı meleği, bir annenin süt kuzusu, bir babanın henüz küçük kızı, bir abinin hayatı öğretmesi gereken can kardeşi Dilek, bir anda kanlar içinde cansız yatıyordu, orta yerde!..

10. Ekim katliamından, 18 Ekim’de Dilek Doğan’ın yargısız infazına kadar geçen süre içinde Pazarcık Ömerli’de,Ali Deniz, Elbistan Alhaslı/Kürecik’te Seyhan Yaylagül, Elbistan Tapkıranda Ebru Mavi, Malatya’da, Elbistan/Yenisögüt köyünde CHP’li genç bir kadın ve Afşin Serkizçayırı köyünde Dilek Doğan olmak üzere beş yoldaş, beş çiçek, beş can toprağa verildi. Ve o koşullarda 1. Kasım seçim çalışmaları yürütüldü. Bu katliam koşullarında, bir yanda yoldaşlar toprağa veriliyor, bir yandan da zulme direnerek şehit düşen yoldaşların kanı yerde kalmasın diye seçim çalışmaları yapılıyordu.

Bu vesileyle özellikle bölgenin Kürt, Türk, Cerkes, Alevi ve Sünni emekçi demokrat halklarının, bu katliamlarla dolu seçim döneminde ortaya koyduğu mücadelenin değerini takdir etmek gerekir. Halkların kararlılığı, mücadeleye inanmışlığı, ortaya konan fedakârlıklar ve katkılar, geleceğin kazanılacağının teminatı olarak büyük bir değeri sahiptir.

Zor koşullarda yapılan seçim çalışmalarında Maraş halkları büyük ölçüde HDP’ye yönelik ilgilerini kaybetmemiş, beklenen desteği ve güveni göstermişlerdir. 1. Kasım seçimlerinde HDP’nin aldığı sonuç, paha biçilmez değerde bir sonuçtur ve katliamlara boyun eğmemiş olmanın ifadesidir.

10. Ekim Ankara katliamı ve o dönem gerçekleştirilen başka katliamlarının tamamı Türk devletinin katliamcı politikalarının pratikleştirilmesi olarak yaşanmıştır. Türk devleti her dönem
katliamlarını uygulatacağı güçleri üretmektedir. Bir dönem, bu devlet, ülkücü diye adlandırılan katillere yaptırıyordu katliamlarını. Şimdi de bir yandan İŞİD, bir yandan mafya süprüntüleri ve SADAT eliyle bu katliamlar gerçekleştirilmektedir. Türk devletinin katliamcı yüzü yeterince teşhir olmuştur. Kimsenin bu devletin katliamcı yüzü konusunda herhangi bir tereddüdünün olmaması gerekir.

Katliamların bir daha yaşanmaması için yapılması gereken tek ve en gerekli iş, miadını doldurmuş olan bu katliamcı devletin ve politikaların yerle bir edilmesidir. Bir hafta içinde beş yoldaşımızı toprağa verirken şehit yoldaşlara söz verdik, ‘acılarımızı, karamsarlık değil, zafer gerekçesi yapacağız’ diye. Ve o gün, bugündür

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz