Kızılbaşların direngen kadınları

0
548

ROJDA YILDIRIM

Çocukluğumuzun Maraş’ın da sıkça bahs edilen ve halen de hafızamda yer edinen kadınlar vardı. Belki en çok bilineni Elif anaydı ama onun kadar bilinmese de hayatımızda yer edinmiş enterasan diyebileceğim kadın figürleri mevcuttu.

Türkülerden dinlediğimiz ve bir kadın trajedisini anlatan “Maraştan bir haber geldi, dediler ki Meyrık ölmüş” türküsü her Maraşlının buruk da olsa dinlediği veya dillendirdiği acı bir sızıydı.

Yaşlılarımızın sürekli hikayelerini yarı bir gülümsemeyle ama yine de farklı bir duyguyla, özenerek seçilen kelimelerle anlattığı Base Mıçe vardı. “Deli” olduğu söylenirdi. Ama ermiş olduğuna inanılırdı. Peştemaline topladığı taşlarla insanları kovalayan, ama insanların asla dokunmadığı, saygı ve korumayla karışık bir ermişlikle sahiplendikleri bir kadındı. Sadece ona değil, köyümüzde, çevre köylerde “deli” ya da “divane” denilen birçok insana rastlanırdı. Ancak onların bir şekilde toplumdan farklı bir yerde durduklarına inanılırdı.

İnsanlık ailesinde onlar “ermişler” kategorisine giriyorlardı ve onların bildiği ve gördüğünün farklı bir dünya olduğu kesindi. Belki de hakikati bizden farklı görüyorlardı, Heme Tazi’nin dünyayı kirli görüp sürekli temizlenmek istemesi ve çıplak dolaşması gibi…

Hiç unutmam, çocukluğumun köyünde Gılke Goge denilen ve biz çocukların korku ve merakla izledikleri yaşlı bir kadın vardı. Hatta büyü yaptığına inanılırdı. Duruşu oldukça vakur, kendine özgü güveni olan gizemli bir kadındı. Topluluk içinde saygı duyulur, oturduğu cemaat içinde dinlenirdi. Köyümüzün lokman hekimiydi. Yaralar ve hastalar için otlardan ilaç yapar, tarihsel olarak otacı geleneğini yaşatmaya çalışırdı. Çok sonraları öğrendim ki Gılke Goge ocakzadeydi. Kızılbaş kadın-ana geleneğinin son temsilcilerinden biriydi. Duruşu ve mistik tarafıyla araştırılmayı fazlasıyla hak eden bir kadın olduğunu şimdilerde anlayabiliyoruz.

Kürt Kızılbaş geleneğinin en bilinen kadın temsilcilerinden biri olan Elif ana ise “ana, lokma ve ocak” gerçekliğinin öncü kadınlarından biri olarak topluma çoktan mal oldu. Sadece Elif anadan da değil, bu geleneğin tarihsel bir fügürü olan ve “Kürt Amazonu” olarak geçen Fate Reş’ten tutalım Türk egemen sömürgeciliğe karşı savaşmış ve bu uğurda bedel ödemiş olan Bese Anuşlar, Cennet Dirlikler gibi binlerce kadın tarihsel olarak Kızılbaş Kürt gerçekliğinin toplumsal kimlikleri olarak yer edinmişlerdi. Onlar birer kişi olmanın ötesinde Kızılbaş direniş çizgisini temsil eden, devlet dışı geleneğin de sembol isimleridirler. Kürt ve Alevi geleneğinde kadın gerçekliğinin özgür yüzü olarak tarihe geçmiş, duruşlarıyla farklı bir çıkışın adı olmuşlardır.

Tarihsel süreç içinde devlet dışı toplumsallığı temsil eden ve yüzyıllarca doğal bir toplum olarak yaşayan Kızılbaş Kürtler’de toplumsallığın en göze çarpan tarafı kadın eksenli kimlik kazanmasıdır.

Zamanın eşkıyalarıyla, devrimcileriyle, pirleri, dervişleri, analarıyla, ziyaretleri ve “delileriyle” Kızılbaşların kültürel bir sentez olarak yaşamak istediği bu topraklar  adını bilmediğimiz bir çok kadının da saklı olduğu topraklardır.

Bilebildiğimiz kadarıyla ve çoğu da yakın geçmişte yaşayan kadın fügürleri geçmişten bu güne gelen ortak yaşam geleneğinin, toplumsallığın da adı olarak anılmayı fazlasıyla hak etmektedirler. Savaşçı ve mücadeleci, aynı zaman da otoriter, ne istediğini bilen kadın geleneğinin tarihsel sembolü olan Fate Reş, Alevilik yol erkanının ve Alevi toplumsallığının inanç alanındaki temsilcisi olan Elif Ana, yine sosyal gerçeklik için de zorlukları ile toplumun hafızasında yer edinen Meyrik, Kızılbaş kültüründe “deli” olarak nitelendirilen ama ermiş olarak kutsanan Base Mıçe, zulme, işkenceye, sömürgeciliğe ve her türlü köleliğe karşı özgürlüğün, direnişin, isyanın ve tarihsel olarak devrimci geleneği temsil eden Bese Anuşlar bizlere kadın kimliği ve gerçekliği hakkında önemli bir miras sunmaktadır. Bu miras ise günümüzde soykırım gerçekliğiyle yüz yüzedir.

Bu anlamda geleneğin kadın kimliği şahsında şekillendiği Kızılbaş Kürt gerçekliğinde asimilasyon ve soykırım politikaları karşısında kadının olumlu ya da tersi diyebileceğimiz belirleyici bir rolü olmuştur. Bütün toplumlarda olduğu gibi kadın kültür taşıyıcısı ve aktarıcısıdır. Dolayısıyla bir gelenek ve kültür yok edilmek isteniyorsa kadın kimliği asimile edilmek suretiyle başarılabilir. Alevi Kürtlerde günümüzde asimilasyonun düzeyini kesinlikle kadınlar belirliyor. Kendini soykırım politikalarına açık tutan kadın gerçekliği aynı zamanda Kürt-Kızılbaş geleneğin sınırlarını da çiziyor. Bunun en göze çarpan filtresi ise ana dil gerçekliğidir. Güneybatı alanında ve özellikle de Maraş bölgesinde ağırlıklı olarak kırsal köylerde yaşayan Kızılbaş Kürtler başta yaşlı kesim olmak üzere halen de kürtçe konuşmakta, çoğu Türkçeyi dahi bilmemektedir. Ancak asimilasyon politikalarının en başarılı olduğu kesim kent kültürüyle daha erken tanışan kuşaklar olmuştur.

Dolayısıyla Alevi toplumsallığında en büyük tehlike kadın üzerinden ana dilin yeterince aktarılamaması kadar, yol-erkanın kadın üzerinden kültürel olarak yeterince bilinmemesi ve taşırılamamasıdır. Çoğu kadının “Kürdüz ama Aleviliği bilmiyoruz” demesi bir gerçekliği ifade etmektedir.

Kendi zamanının eşitlikçi, özgürlükçü, toplumcu ahlak düzeni olan Aleviliğin kaderi günümüzde kadın gerçekliğine bağlı olarak yaşamaya çalışmaktadır. Kızılbaş kültürü burada Kürt kültüründen ayrı ele almaktan ziyade iç içe geçmiş bir kimlik dokusu olarak ele almak daha sağlıklıdır. Bu anlamda kaba bir inanç söylemine boğulmadan kimliğin ve kültürün aktarımının ağırlıkta kadın üzerinden olacağı gerçekliğinden hareketle asimilasyona karşı duracaksak kadından başlanması gerektiği tartışmasızdır.

Bu açıdan Kızılbaşlığı kadınsız tarif etmeye çalışan her eğilim ve yaklaşım soykırımın içimizdeki uzantısıdır.

Kızılbaş Kürtlük eşkiyalarıyla, “delileriyle”, dervişleriyle, ana ve pirleriyle, aşure ve semahıyla, ocakları ve ziyaretleriyle bizlerin en güzel tarafını oluşturmaktadır. Bu kültür bizlere paylaşmanın, adaletin, hak ve hakkaniyete göre yol almanın, her türlü zulme karşı durmanın ve her şeyden öte her daim insan olmanın ne kadar kutsal olduğunu anlatmaktadır. Bizi biz yapan değerlerimiz bunlardır. Elif anasız, Ali Qutesız, Base Mıçesız, Bese Anuşsuz, Fate Raşsız, Ana Fatmasız biz neyiz ki? Kimiz ki? Kimliğimizi, toplumsallığımızı ifade eden gerçekliğimiz tam da onlarda saklıdır. Hiç uzağa gitmeye gerek yok, köyümüzde, yanıbaşımızda, içimizde bir yerlerde bu kadınlar var ve yaşıyorlar. Sadece biz hak ve hakkaniyet gözümüzü açalım. Yürek gözümüzün kilidini kıralım. Bize kaybettirilmek istenen kimliğimizi uzakta değil, kendimizde arayalım. Eminimki yaşlılarımız, ninelerimiz, dedelerimiz, “delilerimiz” bizlere çok şey anlatacaklardır. Sadece dinlemesini ve onların ayak izlerinden yürümesini bilelim…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz